19 Mart 2013 Salı

HAYATTA MIYIM

Ben de bilmiyorum hayatta mıyım...
Deli gibi bir tempo. Koştur koştur. Nereye kadar?
Sürekli bir şeyler unutuyor, herşeyi yarım bırakıyorum. Herşeyi eksik yapıyorum.
Hiçbirşeye yeterince konsanre olamıyorum.
Bak yazmaktan da sıkıldım bile. Devam bile edesim yok.
Büyük kızım bu yıl ilkokulu bitiriyor. 10 yaşında.
Küçük kızım inşallah kreşe başlayacak artık. 3.5 yaşında.
Ben aynı yoğunlukta çalışmaya ve şikayete devam ediyorum.
Kendim bile kendimden sıkıldığım için, artık kimselere birşey anlatmıyorum.
Zaten bir nevi uyuştum herhalde. Bazen olanları kalın bir fanusun içinden izliyorum gibi geliyor. Duygularım yok oldu. Ne heyecanlanıyorum artık birşey için, ne de seviniyorum, ne de çok kızıyorum. Böyle odun gibi, tepkisiz, suratsız birine dönüştüm.
Kırgınlıklarımı düşününce bile içimde birşeyler kopmuyor artık eskisi gibi. Alıştım mı nedir?
Majör bir değişiklik yok hayatımda işte. Tempolu bir şekilde çalışmaya devam. Motivasyonum çok düşük. Sürekli kendimi motive etmeye çalışmaktan da yoruldum. Bıraktım artık.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

YAZ MEVSİMİNİ SEVERİM DİYENİN...

Hep diyorum daha sık yazayım, anıları not düşeyim diye. Olmuyor, olamıyor.
Çalıştığım sektörde feci bir düşüş, ciddi bir kriz var. İlk defa tek vardiya çalıştığımızı görüyorum burada. Yazları hep işler düşer ama hiç tek vardiya olmazdık. Sadece bizde değil, globalde de kriz var. Hayırlısı...

Felaket bir sıcak var. Yaz mevsimini sevmediğime bir kez daha emin oldum. Sevmiyorum arkadaş. Yapış yapış gezmeyi, beynimin sürekli pişmesini, vücut dengemin alt üst olmasını, evde, arabada, ofiste klima soğuğuna maruz kalmayı, ter kokan insanları, rüzgarsız havada sıcaktan bunalmayı, rüzgar olduğunda da deli gibi fırtınalı esmesini, çocukların isilik olmasını, sivrilerin ve bilumum haşerelerin ısırmak için sürekli benim kızları seçmesini, sürekli x faktörlü, parabensiz, bilmemnesiz güneş kremi kullanmak zorunda olmayı sev-mi-yo-rum...
Ben avrupada yaşaması gereken bir kadınım. Eşime de söyledim, "kuzey ülkeleri de dahil, bir iş teklifi gelir de reddedersen boşanırız" dedim. Ben de avrupa şirketlerinden gelen tekliflere açığım. İtalya olur (gerçi orası da sıcak ama bu kadar değil), ispanya olur(orada da kriz varmış şimdi, ama geçer herhalde), fransa olur (hem bizim kız 3 yıldır fransızcanın temellerini attı, sıkıntı yaşamaz), ingiltere olur,  ne bileyim işte bir avrupa ülkesinde yaşamak istiyorum ben bundan sonra. EVREN duy sesimi...ama yine de belirteyim, mümkünse, teklifi alan eşim olsun. Zira avrupada fink atacağım deyip, yine 8-6 amele gibi çalışmak da açıkçası çok cazip gelmiyor...
Neyse, en nefret ettiğim temmuz ayının 18’i olmuş bile. Temmuz bitip ağustos girince psikolojik olarak bir rahatlama gelir bana. Eskiler, ağustosun yarısı yaz, yarısı kış derler ya. Halbuki mevsimlerin kaymasıyla maşallah izmirde yaz ekime kadar uzuyor ama ağustos gelince daha bir mutlu oluyorum.
Temmuzda herkes tatile gidince şehir bomboş kalıyor. Bu bomboşluk bana hep bir yazlık sahibi olamadığımızı hatırlatıyor. Gidecek bir yazlığı olmayanlarla birlikte, hep şehirde kalanlar tayfasından olduk biz. Tüm arkadaşlarım hafta sonu olunca ailelerinin yazlığına kaçarlar. Bazıları da kendileri aldı. Benim aileminse hiç yazlığı olmadı. Dolayısıyla, “çocukları yazlığa annemlerin yanına gönderdim, Cuma da iş çıkışı biz gidecek, Pazartesi sabahı döneceğiz,” şeklinde olan İzmir klişesini ben hiç yaşayamadım. Kendimiz de alamadık bir tane. Ondan mı bilmem son yıllarda yazlık kiralama konusunda çok kastırıyorum. Bu sene de foçadaki aramalar sonuçsuz kalınca, rotayı dikiliye çevirdik ve temmuz ayı için orada bir yazlık bulduk. Şirin, denize yakın, bahçeli ve bakımlı bir ev. İlk hafta eşim ve annem, ikinci hafta ben ve annem şeklinde kaldık çocuklarla. Bu hafta görümcem kalıyor çocuklarıyla, bizim büyük kızı da ikramiye verdik yanlarına. Ufaklık bizimle izmirde. Temmuz sonuna kadar ev bizim. Şurada kaldı, 10-12 gün...sonra ağustosun yarısı kış zaten, öbür yarısı da bayram telaşı ile geçer. Yine kutsal topraklara gideriz ma-aile.
Böyle böyle yaz biter belki fazla üzmeden, ne dersin günlük?
Dikili maceralarını da yazmalıyım unutmadan...

28 Mayıs 2012 Pazartesi

HAFTA SONLARI

Yazayım ki unutmayayım istedim. Önceki hafta sonu ve bu hafta sonu nasıl geçti, nasıl keyiflendim kayıt düşeyim buraya.

Önceki hafta sonu Cuma öğleden sonra erken çıktım işten. Cumartesi bizim meşhur grupla, brunch sırası bendeydi. Hazırlık yaptım. Güzel bir sofra kurdum arkadaşlarıma Cumartesi sabahına.

Yedik, içtik, sohbet ettik.

Ev sahibesi olarak, servis vs. işlerinden sohbete çok dahil olamadım ama yine de çok keyif aldım. 2 kızım da evdeydi. Büyüğün de kursu yoktu o gün. 2 misafir kızla beraber kızlar takımı kurdular. Büyük kuzum ablalık yaptı hepsine. Küçük kızım ise yaşı kendine yakın olan ile dalaştı durdu. Aralarındaki diyalogları yazmak lazımdı bi kenara, misal:
Benimki (2.5): şen çok yayayamaj bi çocukşun, şeni şevmiyoyum eya...
Ela(3.5): ben yaramaz diilim, sana çok kızdım, artık seni terkediyorum.
Benimki: ben de şana kıjdım, ben de şeni paykediyorum...

Sürekli oyuncak kapıştılar. Arada itiş kakış da oldu. Ben daha az müdahale ediyorum artık bu durumlara. Bu kızım da ezine modunda ne yazık ki. Ablası kadar olmasa da, maalesef genelde eziliyor. Küçük sünepelerim benim...Büyük; nihayet çenesiyle işi kotarmayı başardığı için, o kadar kasmıyorum. Ufaklık da bir yolunu bulacak elbet...

Neyse son kalan 2 arkadaşla saat 5’e kadar güzel sohbetten sonra, uykusuzluğu tavan yapmış küçük kuzuyu 1 saat de olsa uyutup ortalığı topladım. Arkasından onlar kapıdan ben bacadan modunda, inciraltına balık yemeye gittik ailecenek. Eşimin iş arkadaşı da geldi. Büyük kızla yaşıt oğulları var. Şükür şimdilik iyi anlaşıyorlar. Hava buz olduğundan içeride oturarak keyifle yedik yemeğimizi. Sonra illa ki kahveye bize gelin dedikleri için, uykusuz ve arızaya bağlama potansiyeli yüksek küçüğe rağmen, bir kahve içimi oraya gittik. Akşam yatağa sürünerek girdim yorgunluktan.

Ertesi sabah da büyük kızın sınıf kahvaltısı vardı, kalktık, haydi yallah oraya...keyifli ve hoş saatler geçirdik orada da. Gidilen mekan, yeşillik, düz ayak, masamız da çocuk parkına çok yakın olunca, kızları koyverdim çayıra. Öğleden sonra eve geldik, kendimi küçük kızla, 3 saatlik bir öğle uykusuna vermeseydim, kolay kolay toparlayamazdım sanırım.

Akşam yemeğini eşimin spesiyalitelerinden biriyle taçlandırdık ve hafta sonunu tamamladık.

Hafta içi genel olarak sorunsuz olmasına rağmen, Cuma günü mesaimin bitmesine dakikalar kala, aldığım sinir bozucu bir haber nedeniyle çok moralim bozuldu.

Neyse ki can arkadaşlarımdan biri, sabah arayıp, çok spontan biçimde gelişen oğlunun doğumgünü partisine davet etmişti. İşten çıkıp, hediye alıp, ailecek oraya gittik. Yine güzel vakit geçirdik.

Bu hafta sonu için ilk defa hiç plan yapmamıştım. Kendimi tuttum. Ben hafta sonunu günler öncesinden planlarsam rahat ediyorum. Ama bu kez yapmadım. Evde pineklemek istedim.

Cuma akşamını böyle geçirdikten sonra, Cumartesi günü hakikaten evde pinekledik bir süre. Büyük kızla babasını kursa yolladıktan sonra, küçük kızımı doyurup, birlikte öğle uykusuna yattım onunla. Terli boynunu koklaya koklaya uyudum yine. Ohhh misler gibi...Şu çocuklarımla uyuduğum öğle uykularının tadı hiçbir uykuda yok yemin ederim...

3 saate yakın uyudu kuzum. Dinlenmiş uyandık ikimiz de. Sonra abla ve baba geldiler. Yine babanın işyerinden arkadaşının daveti ile başka bir aile ile balık yemeye gittik bu kez. yine güzel sohbet, yine rakı, yine balık...ertesi gün yine başka bir can arkadaşım yazlıklarına davet etti, ama hiç gözüm almadı...

Pazar sabahı kahvaltıyı evde yaptık. Sonrasında foruma gittik dolanmaya. Aman aman, pazarları forumdan bile uzak durmak gerek. Kızlar mid mid, diye tutturunca, midpointe öğle yemeği için çıktık. Karınlarını doyurduk ve eve geldik. Yine ufaklık uykuya, ben ortalığı toplamaya. Balkonu yıkadım, hava çok güzeldi. Eşim pazara gitti. Derken komşumdan bir telefon, oğlumun doğumgününü yapıyoruz, aşağıya bahçeye inin...Tüh, habersiz olduğundan ne hediye aldık, ne birşey. Olsun siz gelin yeter, herkes aynı durumda deyince, kızları giydirdim indik aşağıya. Saat 8’e kadar takıldık. Komşularla sohbet, tıkınma derken, eşim evde yemek hazırlamış. Büyük kızın da sınavı var diye vedalaştık, çıktık evimize. Balkona sofrayı kurdum. Balkon sezonunu da açtık. Sonrasında klasik, masa toplama, ablanın ödevleri hazırlama, banyo yapma derken, çocukları yatırdık. Eşim de ufaklıkla birlikte sızdı kaldı. Ben de mutfağa girdim, büyük kızıma damla çikolatalı kurabiye pişirdim. Nasıl sevineceğini düşünerek ...

Sonra uykum kaçtı, i-pad’e dadandım. Yatağa girdiğimde saat 2’ yi gösteriyordu. Arada işyerine gergin olduğumdan sağa sola çemkirsem de genel olarak, plansız, spontan gelişen olaylarla, güzel bir hafta sonuydu.

Kayıtlara geçsin istedim...
Papatyalar, aslında benim çok şikayetçi olmadığım bu bahar havalarını temsilen gelsin...

12 Ocak 2012 Perşembe

YAŞASIN KÖTÜLÜK

Bu kez çok kötü şeyler yazacağım.
Çünkü işyerinde birine fena halde gıcık olmuş vaziyetteyim.
Bu hayatta nefret ettiğim kişiler sayılıdır benim. Nefret etme düzeyine çıkması için canımı epeyce sıkmış olması gereklidir.
Düşündüm, taşındım, nefret ediyorum dediğim 3 kişi bulabildim.

Bunlardan birisi, zamanında sevgilimi elimden almak için aleni bir şekilde çaba gösteren, huzurumuzu kaçırmak için açık seçik uğraşan bir aşufte, bir şıllık. Üniversite yıllarında kaldı bu elbette. Ama çok üzüldüm o dönemlerde. Neyse çocukça şeyleri tekrar yazmanın alemi yok. Eşim de ne takıyosun, umursamaz görün, dediği için hep öyle yaptım. Bir defa ikimizin önünü kesip, “siz bana küçümser, tiksinir gibi bakıyorsunuz” deyince amacıma ulaştığımı anladım. Ne oldu, yıllar geçti, kendisi bakıyorum hala sağda solda sürünüyor. Beddua ettim mi hatırlamıyorum, muhtemelen etmişimdir. Yüzü gülmesin, hayat boyu yalnız sürünsün demiş olabilirim. İyi yapmışım. Hehehehe yaşasın kötülük....

Şimdi artık bu listede yer almayan ama bir vakitler hayli nefretimi kazanmış biri daha var. Bu 3 kişi içinde değil ama, artık listeden düştü. İş hayatında beni üzen, o vakitler çalıştığım firmanın patronunun dayısı. Kendisi fabrika müdürü olarak yönetimin başına geçince, çocukça kaprislerle durumu kabullenemedim. Böyle bir insan bana nasıl yönetici olur dedim. Hiçbir yöneticilik backgroundu yok, çarşıda boyacı dükkanı olan bir adam, gelmiş, mühendislerin tepesine bizi yönetecek, hiç olur mu dedim. Sana ne, salla başı al maaşı di mi, ama yok yapamadım. Millet kenara geçip onun icraatlarına dötüyle gülerken, ben çenemi tutamayıp laf söylediğim için, doğruyu göstermeye çalıştığım için kötü oldum. Halbuki çekil kenara sen de gül herkesle birlik olup. Adamın uzun ömürlü olmayacağı aşikar...Neyse tam o dönemde aldığım güzel teklifle arkama bile bakmadan oradan ayrıldım. Benden sonra bu amcayı fabrika müdürlüğünden alıp, depo memurluğuna terfi ettirdi yeğeni!!! Zaten varolan alkol sorununun iyice tavan yaptığını, depoda çoğu zaman alkollü sızıp kaldığını duydum arkadaşlardan. En sonunda yeğeni bunlara tahammül edemeyip, getirdiği gibi gönderdi dayısını. Bir gün güzelbahçede durakta, sırtında eski püskü bir montla, büzülmüş belediye otobüsü beklerken gördüm kendini. Heyy gidi günler heyy dedim, altında şirket arabasıyla, fabrika müdürlüğü yaptığın günler bir rüya gibi şimdi...
Bu amcadan o dönemler çok nefret etmiş ve yine beddua etmiş olabilirim, ama şimdi nefret ettiklerim listesinde değil, belki ölmüş bile olabilir. Öyleyse Allah rahmet eylesin.

Listemizin 2 numarasında yine eski işimden bir ecnebi var. Çok deşifre etmeyeceğim. Ama kendisi ile iyi başlayan ilişkimiz, dış mihrakların da etkisiyle, benim de yaptığım hatalarla çok kötü bir yöne sürüklendi. Çok mutlu olduğum bir iş hayatım varken birdenbire herşey kabusa döndü. Son 2 yılda beni buna bağladılar. Yöneticim oldu. işte o zaman problemlerimiz başladı. Ben benim yöneticim olan kişinin, o görevi hakketmediğini, oraya layık olmadığını düşünüyorsam şayet, bunu sürekli bana hatırlatan bilinçaltım nedeniyle hatalar yapıyorum. Çenemi tutamıyor, rengimi belli ediyorum. Bu da karşıdaki kişiyle aramın bozulmasına yol açıyor. Bu abimiz de alaylı tabir ettiğimiz kesimden gelme biri olduğundan, bünyem baştan beri buna allerji oldu. Yaptığı saçmalıklara karşı tavır aldığımdan aramız hep kötüye gitti. E şirkette benim kuyumu kazmaya pek hevesli olanlar da vardı. Dedikodunun tavan yapması, demediğim şeylerin demişim gibi gösterilmesi, yaptığım şeylerin yapmamışım gibi lanse edilmesi ve benim gururum yüzünden dik duruşumu değiştirmeyişim, bu abinin suyuna gitmeyişim yüzünden neredeyse kanlı bıçaklı olduk. Mobbing’in tillahını burada öğrendim. Beni alçaltacak her türlü davranıştan çekinmedi. Elemanlarımı yüceltmek, sürekli onlarla by-pass yapmak, bilgi vermemek, yokmuşum gibi davranmak-ki bu en acısı-, yüzüme söyleyebilecekken sağda solda dedikodumu yapmak, herşeyden beni hariç tutmak ilk anda aklıma gelenler. Şimdiki aklım olsaydı belki bu süreci daha iyi yönetebilirdim. Gururum ağır bastı. Kendi çöküşümü yavaş yavaş izledim. Tam bu dönemde olan şirket evliliği-merger- olayı nedeniyle zaten çoğumuzu işten çıkardılar. Bu süreçte de üstü ilk çizilenlerden birisiydim. İşte bu şahsiyetten nefret ediyorum. Ama daha ettiğim beddualar yerine gitmedi herhalde, kendisi hala ceo olarak görevini icra ediyor. Hiç olmayan eğitimi ve bihaber olduğu yöneticilik nosyonu ile bunu nasıl başarıyor anlamıyorum. İyi bilmesem diyeceğim ki ben yanlış değerlendirmişim. Fakat 5 yıl boyunca ciğerini öğrendim, bu maya fazla tutmaz. İlla ki sıra ona da gelecek. Ama şimdi ama 2 sene sonra...yaşasın kötülük....

Veee listenin son numarası, neyse ki kendi seviyemde değil. Daha alt level’da ancak, organizasyon yapımızda onun bölümünde benim seviyemde birisi olmadığından, üretim ile ilgili tek kontakt kişim maalesef kendisi.
Akıllara zarar, üniversitede tez konusu olabilecek derecede iletişim özürlü.
Şu şirkette tek bir seveni yok, tek bir dostu yok. Tek dünyası işi. Akşam saat 9’lara kadar fabrikada. Karısı ve çocuğu var. Onlara rağmen böyle. Özel hayatta görüştüğü kimse yok. Elemanları kendisinden nefret ediyor. Şirketteki çoğu insanla kavgalı. Ak diyosun kara anlıyor, bir de kıçından anladığı lafla ilgili sana böyle alaylı cevap vermeye kalkıyor. Artık selam dahi vermiyorum. Sadece iş ile ilgili ne söylemem gerekiyorsa onu da mail atıyorum. Kendi yöneticimin tavsiyesi üzerine elemanlarımı onunla muatap ediyorum. Ama o da bekliyor ki hata yapayım, çuvallayayım. Hata yapmamız için de elinden geleni yapıyor. Böyle oldukça kıs kıs gülüp mutlu oluyor. Ben şirketten bir arkadaşım hata yaptığında, ahmet’in hatası, mehmet’in hatası diye düşünmüyor, şirketin hatası diye olayı sahipleniyorum. Önceden farkettiysem uyarıyorum. Çünkü biz burada bir takımız. Onun hatası bizitemsil ediyor. Ahmeti, mehmeti değil. Ama bu manyak istiyor ki diğerleri hata yapsın. Şirket prestiji düşüyormuş, düşsün, nasılsa kendi adı geçmiyor. Başkasının hatası....Ben de bu tutumunu farkedince deliriyorum. Bir de elemanlarına çok eziyet ediyor. Onları da gördükçe üzülüyorum. Ulan dangalak, sen yöneticinden böyle muamele görüyor musun ki elemanlarına bok muamelesi yapıyorsun, sen kimsin?


Şimdilik tüm nefretimi bu çocuğa yöneltmiş durumdayım. Evet biliyorum, keskin sirke küpüne zarar, evet biliyorum bu yaptığım çok yanlış. Ama elimde deği. Nefret ediyorum, nefffret ediyorum. Tez zamanda buradan defolup gitsin istiyorum. defolup gitsin nereye giderse...ben de lokma döktüreceğim arkasından...yaşasın kötülük....

30 Aralık 2011 Cuma

2012

2011’de yazdığım mutfağa dolap yaptırmak, bilmemnereye hede hödö almak gibi bazı dileklerim gerçekleşti çok şükür.
Ama asıl hayatıma anlam katmasını umduğum, çocuklarıma daha çok vakit ayırabileceğim bir iş dileğim; gerçekleşmek şöyle dursun öyle bir tersine tepti ki birşey dilemekten tırsar oldum. İş tempom öyle arttı ki, hafta içi akşamlarını, geç saatte eve sürüngen modunda gidip, iki lokma yiyip, çocuklarla biraz fıkırdayıp, sonra yatma protokolüne geçip, ufaklıkla kendimi yatağa bırakıp sızma şeklinde geçirir oldum.
Seyahatleri saymıyorum bile (onlardan fazla şikayetçi değilim, bir sürü yeni yer gördüm bu yıl)
Yani bu yıl kariyerimle ilgili bişey dilemeye korkuyorum.
Kilo verme boyutunda hala kaldığım yerdeyim. Hatta son zamanlarda alkole biraz meyletmem nedeniyle 2 kilo almış vaziyetteyim. Cuma Cumartesi akşamları hadi açalım bir şarap olayı da bana pahalıya patladı, ama pişman mıyım, hayır...
Neyse bırakalım bunları da ben yine yazayım isteklerimi, isteyenin bir yüzü kara hesabı:
1- İlk dileğim yine sağlık, mutluluk, huzur, bolluk, bereket. Bunlar evimizden eksik olmasın. Hatta piyangodan en büyük değil ama büyükçe bir ikramiye çıksa bize, dadından yinmez...
2- İş konusunda bu sefer dileğim biraz değişik. Mümkünse ben artık evimin kadını, çocuklarımın annesi olarak, biraz rahatıma bakmak, okuldan gelen çocuklarımı evde kek kokusu ile karşılama klişesini yaşamak istiyorum. Ben, benlikten çıkar mıyım bilmiyorum, ama bildiğim birşey var. 15 yıldır çalışıyorum. 2 kızımın da büyüdüğünü göremedim. 2 bebek evde bensiz büyüdü, kafamın içinde sürekli bu uğulduyor...Bari ergenliklerinde yanlarında olayım. Ama şartlarım şunlar: evde bir yardımcım olsun, altımda da bir arabam, hayat standardımız da şu andaki gibi olsun. Bankada da biraz paramız. Fazlasını beklemiyorum. Bu kadarına fitim...
3- Annemin minik operasyonunun sağlıkla geçmesini diliyorum.
4- Bu sene yine gaza gelip 10 kilo vermeyi istiyorum. Şu anda 66 olmuşum yine, 56 olsam kurban keseceğim. Ahanda buraya yazıyorum.
5- Büyük kuzu, okuldan burs murs bişeyler alsın, bizi okul masrafından kurtarsın istiyorum.
6- Küçük kuzu bezden sancısız bir şekilde kurtulsun istiyorum.
7- Eski Foça’da denize sıfır, harika, güzel bir yazlık almak istiyorum
8- 4 odalı, giyinme odası da olan, iki kızıma da ayrı oda yapabildiğim, güzel ve konforlu bir ev istiyorum. Şimdiki evim de güzel ama insanoğlu doyumsuz işte.
9- endime indirimden siyah bir bot, siyah bir mont ve vizon rengi bir çizme almak istiyorum.
10- Dişlerimi tedavi ettirmek, sağlıklı ve beyaz dişlere sahip olmak istiyorum.
11- Ankastre cihazlarımı yenilemek istiyorum.
12- Daha çok kitap okumak istiyorum.
13- Daha çok spor yapabilmeyi istiyorum.
14- Yeni yerler görmek istiyorum, gitmek istediğim yerler, Prag, Barcelona, Amasra, Kaş ve tekrardan kuzularla Paris.
15- Kendimi üzdüğüm dertlerin tamamı iş hayatımla ilgili, eğer iş hayatından kurtulamayacaksam bari bu dertlerden kurtulmayı diliyorum.
16- Daha mutlu olmayı, daha pozitif olmayı, daha çok gülmeyi, daha çok gezebilmeyi, dostlarımla daha çok görüşebilmeyi diliyorum.
17- Mutfağımda daha çok zaman geçirip, leziz şeyler yapabilmeyi diliyorum.

Şimdi şirketin çılgn yeni yıl partisine gidiyorum, listeye devam ederim belki...


23 Aralık 2011 Cuma

ÇALIŞAN BİR ANNENİN SIRADAN BİR AKŞAMI






Dün akşam...
Saat 19.30 gibi eve ulaşabildim. Bakıcıyı gönderdim. Eşim büyük kızın veli toplantısına gitmişti. Oradan da arkadaşlarıyla buluşmaya geçecekti. Dondurucudan köfte indirdim kızlara, ocağa koydum, dolaptan yemekleri çıkardım. Bir yandan da bunları bakıcıya neden tembih etmedim diye kendime söylendim. Yemekleri ısıttım, köfteleri pişirdim. Kızları sofraya oturttum, yemeğimizi yedik. Tam eve girerken üst komşum, “eşim yok ne olur kahveye gel” diye aramıştı.
Ben mutfağı toplarken büyük kızı gitar çalışması için gönderdim. Bulaşıkları makinaya koydum, mutfağı toparladım. Büyük kızım gitar çalışmasını bitirirken geldim ufaklığın altını değiştirdim. 20.20’de iki kızı da aldım üst kat komşuma çıktım. Birer kahve içtik, kızlar oynadı.
21.05’te eve geldik, büyük kızı uyuma hazırlıkları için banyoya gönderdim. Duşunu eve gelince almıştı neyse ki. Pijamalarını giydi, kitabını okumaya başladı. Biraz ufaklıkla oynadım. Büyük kızın ödevlerini kontrol ettim, çantasını hazırladım. Sonra ikisine de süt yaptım. Büyük kızım sütünü içti, dişlerini fırçaladı, öptüm, sevdim, sonra uykuya çekildi.

Ben de ufaklığın altını değiştirdim, tulumunu giydirdim, biraz baby first izledik, koklaştık, sarılıştık. Dişlerini fırçaladık. Sonra onu uyutmak için odamıza çekildim. Sallanan koltuğumuza geçtik, uyutma esnasında söylediğim bir türkü için, “anne şen iiiyenç şölüyoşun, şafiş teyjem güjel şöölüyoy” diye tüm hevesimi söndürdü maymun...

Sonra biraz dirense de uyudu. Emzik yok artık malum, uykuya geçişi daha uzun sürüyor. Bu esnada yüzümü okşuyor, seviyor, öpüyor. Tam bir sevgi yumağı. Bayılıyorum o hallerine.
Tam o sırada eşim geldi.
Salonda biraz sohbet ettik, arkasından son zamanlardaki takıntım olan sanal alemdeki kelime avı oyununa başladım. 1 saat kadar oynadım. Uykum geldi yattım...
İşte birkaç saate ne kadar çok şey sığdırmışım. Kendimle gurur duydum da dün akşam, kayıtlara geçsin istedim...
Fotoğrafı da işe gelirken çektim. Araba kullanırken elimden gelenin en iyisi buydu. Zorlayınca gökkuşağı görülüyor. Günün güzel geçeceğinin habercisi olsun...

20 Aralık 2011 Salı

EMZİĞE VEDA-BİR DEVRİN SONU

Geçen yıl için aldığım ve uygulayamadığım kararlardan biriydi bloğumu daha sık güncellemek. Oysa yazmak çok iyi geliyor bünyeme. Büyük kızım 3-4-5 yaşlarındayken tuttuğum günlüğü okudum biraz önce, o günlere gittim tekrar.
Bugün minik kızımla ilgili bir dönüm noktasını yazmak istiyorum. Kendisi dün itibariyle emziğe veda etti. Anne sütünü bıraktıktan sonra iyice emzik düşkünü olmuştu. Ben de ses çıkarmadım. Hepsini birden sonlandırmak istemedim. Doktorlar kızsa da kafamdaki maksimum sınır 2.5 yaş idi. Dönemsel olarak istekleri azalıp artsa da, son günlerde, dediklerimi dinliyordu. Yemeklerden sonra kahve niyetine ! 5 dakika emmek istiyordu. Eliyle 2 yapıp, "anne beş dakka emjik emebiliy miyim" diyordu. 5 dakika doldu verir misin deyince de geri veriyordu. Tabi bu her zaman böyle olmayabiliyordu. Huysuz olduğu, hasta olduğu, modunda olmadığı günlerde emzikten zor vazgeçiriyorduk. Oyalanması, başka şeyle meşgul tutulması halinde aklına pek gelmiyordu. Ama bakıcının emzik vermek kolayına gittiği için, bu alışkanlığından kurtulması zor olacak diye endişeleniyordum. Ama diğer yandan da psikologların takvim yöntemini denemeye başlamıştım. Yılbaşı günü Noel Babaya emzikleri vereceğiz, o da bebeklere götürecek diyordum. Yılbaşına 20 gün kaldı, 16 gün kaldı diye arada söylüyordum. Bugün de minik bir süslü takvim yapacaktım hatta, geriye sayım yapalım beraber diye. Her gün üstünü karalayacaktık güya.
Arada sürekli laf arasında, sen büyüdün, falanca da emzik emmiyor, bebekler emzik emer gibi konuları bilinçaltına sokuşturmaya da devam ediyorduk. Birkaç kere kendiliğinden götürüp çöpe atmış ama her seferinde gece uyurken emzik diye tutturup ağlamıştı.
Dün akşam, yemekten sonra geldi, yine eliyle 2 yapıp, anne beş dakka emjik diye istedi. Verdim, bir süre sonra, "Hadi 5 dakka doldu, götür emziğini mutfak tezgahının üzerine koy" diye yolladım. Mutfakta annem vardı.
Hiçbirşey demeden, gitmiş, çöpü açmış, "ben büyüdüm, artık bebek diilim, emjik emmiycem, bebekley emjik emey", diye emziğini çöpe fırlatıp atmış. Sevinerek salona geldi. Biz ailecek şoktayız...
Bak, çantada veya başka bir yerde emzik yok, gece uyurken de emzik yok, bu durumda emziksiz uyuyacaksın artık, anlaştık mı dedim. Evet dedi, "nasıl uyuyacakmış benim kızım" diye tekrar teyit ettirdim, "emjiksiz" dedi. İnanamıyorum ya, illa bokunu çıkarıp çocuğu uyuzlandırana kadar sormasam olmaz...
Neyse gerçekten uyurken de, gece uykusunda da emzik istemedi. Uykuya geçişi zor oldu ve çok huzursuz uyudu. Ama biliyorum ki, inşallah tüm bu sıkıntılar da 1 hafta içinde geçecek.
Benim doğacağı zamanı bile kendi seçen başına buyruk kızım, kararlarını da kendisi alıyor ve uyguluyor.
İnşallah bu böyle devam eder. İnşallah bu kararlılığı bezi bırakmada da sergilersin küçük kuzum. Annesinin üşengeçliği geçerse, tuvalet eğitimine de başlayacak. Gelinlik kız olmadan bu işi de halletsek hiç fena olmayacak. Korkarım yakında, "anne ya, ben bezi bıraktım, haberin olsun, bundan sonra bi zahmet tuvalet olayını bana hatırlatıver aralarda" diyecek...