28 Mayıs 2009 Perşembe

ANAÇ BİR TAVUĞUM BEN



Meğer nasıl anaç bir kadınmışım ben. Dünyaya anne olmak için gelmişim...
Düşünüyorum da hayatıma dair en mutlu olduğum dönemler hep hamile olduğum dönemler. Ben tam köy kadını olup arka arkaya üçer beşer, Allah ne verdiyse doğuracak tipmişim. Oysa harcanıyorum sanayinin dev çarkları arasında...

Son günlerde okuduğum tüm bloglar bebek, anne blogları. Çok mutlu oluyorum kendiminkine benzer hayat hikayeleri okurken. Bir yandan karnımdaki de tekmelemeye başlarsa değmeyin keyfime. Şimdiden 2 ay sonra hamilelik bitecek, bir daha asla hamile olamayacağım diye üzülüyorum...

Akşam eve gidip de kızım kapıyı neşeyle açtığı zamanlar en mutlu kısmı başlıyor günün. Onu sarılıp öpüyorum, öpüyorum. Şımarıyoruz, kuduruyoruz beraber. Onu kahkahalarla güldürüyorum. Mesela geçen gün, do-re- mi- fa diye notaları söylerken, fa’ dan sonra pırt yaptı. “Şimdi sen söyle notaları anne” dedi bitirince.
“Hepsini söyleyebilirim de, o fa’dan sonra çıkarttığın notayı yapabileceğimden emin değilim” dedim. Saatlerce güldük sonra buna, do-re-mi-fa- pıırt diye. Böyle katılarak gülünce hep olduğu üzere onu hıçkırık tuttu. Bir sürü şarkı söyledik, bakalım hangi şarkıda geçecek diye.

İşyerinde onun mezuniyet töreninde (ee artık anaokullarından da mezun olunuyor) ne giyeceğini düşünüyorum, arada kıyafet bakıyorum.
Bir yandan da karnımdaki, henüz kendisine 3 bodyden başka birşey alınmamış yavru için planlar yapıyorum. Artık yavaş yavaş eksikleri tamamlamak gerek.

Böyle annelik odaklı geçiyor hayatım ve çok mutlu oluyorum bunların arasında.
Sonra eşime bakıyorum, zavallım habire ödeme planları yapıyor, bana exceller gönderiyor. Konserler buluyor, gidelim mi diye bana soruyor, internette gezip, şarap siparişleri veriyor, gurme sitelerinden trüf mantarı, bilmemne domatesi, bilmemne yağı getirtiyor, vizyondaki filmleri takip ediyor.

Aramızda farkında olmadan bir işbölümü yapmışız, evin çocuklarla ilgili kısmını ben çekip çeviriyorum. Dış dünyaya daha ait olan kısım ile de o ilgileniyor. Market alışverişi, ödemeler gibi. Kümesteki tavuk-horoz misali yani. Ben gurk gurk yumurtaların üstüne yatıp, sonra civcivleri kanatlarımın altında büyütürken, o kümesin güvenliği, dirliği, düzeninden sorumlu...
Etrafımdaki çoğu ailede gördüğüm kadarıyla herkeste benzer durumlar var. Merak ediyorum, nasıl bölüşülmüş bu roller aramızda sessizce, adı konmadan ve bizler nasıl benimsemişiz hemen???

14 Mayıs 2009 Perşembe

NİSAN MAYIS AYLARI, GEVŞER GÖNÜL YAYLARI

Yaz nihayet geldi...İnce montları giymek kısmet olamadı. Birden geçiverdik sıcak mevsime. Şu anda hamileliğin de etkisiyle ayaklarımın altından ateş fışkırıyor. Ofiste ayakkabıları çıkarttım oturuyorum, ne rezillik...
Dün meşhur 50 gr şeker yüklemesini yaptırdım. Sonuç tahmin ettiğim gibi yüksek. Ah salak kafa, yükleme öncesi gece niye gidip geç saatte çikolatalı pasta indirirsin mideye...Şimdi 100gr’ lık ikinci yüklemeyi yaptırmam gerek ki, yaklaşık 3 saat boyunca test yaptırdığım yerde aç bilaç beklemek anlamına geliyor bu. Üst sınır 150 iken benim değerim 164 çıkmış halbuki. Eğer o pastayı yemeseydim sınırı aşmayacaktım kesin. Ne aptalım...Şu boğazıma hakim olmayı başaramıyorum...

Dün çok yorulmakla beraber, fin fin fin gezdim, alış veriş yaptım. Kendime çok şık bir sandalet aldım. Artık tüm ayakkabıcılarda dümdüz topuksuz modellerin olduğu kısımdayım. Sandaletlerim parlak dore, tabanları mantar. Yarı gladyatör tarzı diyebiliriz...Bileğe kadar uzanan iddiali birşey değil ama pek hoş...Şunu farkediyorum, yaşlandıkça (yaş 34) süse, püse, şatafata daha düşkün oldum. Genç bir kızken, sürekli siyah, gri, füme gibi koyu tonlar giyerdim. Beyaz tenli olduğumdan, en güzel bu renkleri taşıdığımı düşünürdüm. Açık renkli birşey giysem, herkes hasta mısın diye sorardı. Yaşım ilerledikçe, kırmızı, turuncu, özellikle yeşil, mavi daha çok girer oldu gardrobuma. Ayakkabılarım bile renklendi. 20’ li yaşlardayken, 40 civarı kadınların bu cart kırmızıları, pembeleri giymesini yadırgar, gençlik elden gidiyor çığlıkları bunlar diye eleştirirdim. Kaderde tükürdüğünü yalamak da varmış.

Sonracııma, yüzüm için güneş koruyucu(dermalogica) aldım. Artık koruyucu sürmeden çıkmamak gerek buraların güneşine. Ben eczanedeyken, 11 aylık bebişi ile bir anne geldi. Kızına krem istedi. Baktım, baktım iç geçirdim...Ben kızım 11 aylıkken deli gibi çalışıyordum. Bu kızımda da öyle olacak. O ise giyinmiş şıkır şıkır, koymuş bebeğini arabasına, kimbilir nasıl keyifli bir gün geçireceklerdi...
Bir arkadaş bir anekdot aktardı geçen gün. Bir aile dostları varmış. Herkes “kızım okusun, güzel okullar bitirsin, iyi işler bulsun” diye dua ederken, bu kadın “kızım inşallah zengin bir koca bulsun, çok mutlu olsun” diye dua etmiş. Tam kadının dualarındaki gibi bir damat çıkagelmiş. Kızı şimdi tam da hayallerindeki gibi bir eli yağda, bir eli balda yaşıyormuş. Evde çifter çifter yardımcılar, yaşadığı ev süper, yurtdışında tatiller, alışverişler, yazlık evler...Bebeğini de kendi büyütüyor, bu kadar konforlu koşullarda üstelik...
Bizler için de şükür annelerimizin duaları kabul oldu, iyi okullar bitirdik, iyi işlere girdik. Ama özünde onlar tam bir tatlı hayat yaşarken, bizler it gibi çalışıyoruz. Kendime dikkat ediyorum, son dönemlerde özellikle, özlediğim, gıpta ile baktığım yaşam tarzı hep bu. Bir yandan kendimi ayıplıyorum. Kaç yıllık emeğin, ideallerin, kariyer hedeflerin ne oldu diye...Ama bir yandan da böyle yaşam öykülerine içim gidiyor. Bu ne yaman çelişkidir anlamadım. Ben yine de kızlarım için dileklerde bulunurken, daha bir dikkatli olmaya karar verdim.
Kızlarım...Ne tuhaf geliyor bu kelime, gözlerim doluyor...
Küçük kızım için ilk alışverişimi yapasım vardı ama maça yetişmek isteyen koca buna engel oldu.
27 hafta bitti ben hala birşey alamadım küçük kuzuya. Ablasından kalan 2-3 tane body falan var sadece...Artık yavaş yavaş başlamak gerek. Kızımı da almak istiyorum bu alışverişlerde yanıma, o da ortak olsun, fikir versin.
Bu arada 2 haftada hiçç kilo almamışım. İnşallah bu ay iyi gider, geçen ay aldığım 3 kiloyu dengelerim.
Şimdilik
İlk 4 ay: 3 kilo
5. ay: 2 kilo
6.ay: 3 kilo
Alarak toplamda 8 kilodayım...Yuhhh diyorum...
Herkes isim soruyor. Al işte, isim de düşünemedik daha. İkinci çocuklar böyle biraz itilmiş muamelesi görüyor galiba...Yavrucum benim. O çok şanslı ama, dünyaya harika bir ablaya sahip olarak gelecek inşallah. İsim, kıyafet kolay iş. Di mi ama???

Bugün de nedense hiç çalışasım yok hiiiç...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

GÜNLER GEÇERKENE...





Günler geçiyor. Ben hızla büyüyorum. 6. ay sonu itibariyle maalesef 8 kg almış bulunuyorum. Çok ama çok moralim bozuk. Nasıl oldu ne zaman oldu, hangi aralıkta bu kadar şiştim bilmiyorum. Oysa ki çok iyi gidiyordum.
Neyse ki tansiyonum fena değil.
Doktor hamile diyeti falan demedi hiç. Görüntü itibariyle de yüzümde, kollarımda birşey yok da, karnım sanki ikiz taşıyormuş ya da hamileliğimin son ayındaymışım gibi büyük.
Kızımda da büyüktü. Benim karnım böyle pörtleyiveriyor işte. Popom da ona keza dememe gerek yok sanırım.



Kilo haricinde şimdilik bir sorun yok. Sanırım akşamları yediğim dondurmalar sebep oldu buna


:(Kış meyvelerinden bıktığımı söylemiştim. Sürekli elma-portakal insana fenalık geliyor. Akşamları yemekten sonra canım tatlı birşeyler çekiyor. Ben de en masumu dondurma diye dondurma yiyordum. Ama bu zamanla alışkanlığa dönüştü. Her akşam yemeğinden sonra 1 adet algida nugger götürür oldum. İki bisküvi arasındaki dondurmadan. Mmmhhhh...



Neyse kilo olayını duyar duymaz hemen kestim. Şimdi haftaya şeker yükleme testim var. Kesin ondan da çakarım...geçen sefer de değerlerim iyi değildi. Gerçi o zaman doktorum diyet falan yaptırmayıp, dikkat etsen iyi olur demişti .ben de “Aaamaaan bi daha mı hamile kalacağım” diye boşverip yemiştim.
Yasaklanan şeyler cezbedici olur ya, gözümün önünden cheesecakeler, tiramisular, pastalar, kuplar, dondurmalar geçiyor. Neyse ki yeşil erik, çilek gibi sevdiğim meyveler çıkmaya başladı. Onlara dadanıyorum. Hiç olmazsa onlarda da meyve şekeri var ve lifli şeyler.
Hafta sonu sol bacağımdaki kasma ve berbat ağrı yüzünden çok kötü saatler yaşadım. Geceyi yerde halının üzerinde geçirerek biraz rahat edebildim. Neyse ki şimdi iyiyim. Tüm belirtiler bel fıtığına işaret ediyor. Bu kadar ciddi bir boyutta olduğunu sanmasam da bunu bir uyarı işareti olarak alıp, dikkat edeceğim. Tabii kilonun da buna etkisi var muhakkak.
Neyse bundan sonra hedefim ayda 1-1.5 kiloyu geçmemek. O zaman 12-13 kilo ile tamamlayabilirim bu gebeliği.



Minik kuş karnımda bazen kıpıır kıpır. Özellikle kuzunun 23 nisan gösterisi ve sinemada deli gibi hareketliydi. Yüksek volümden etkilenmesine bağlıyorum bunu. Film olarak da Wolverine gibi aksiyonu bol bir film seçmişiz maalesef. Yavrukuş korktu sanırım. Eşim, annem, kızım da hissediyorlar ellerini karnıma koyunca bazı hareketleri. Özellikle kızım, karnıma yaklaşıp, hadi tekmele kardeşim diyor. Gelip karnımı sevip sevip gidiyor. Aman muhabbetimiz bol olsun.


Kuzum kendisini yine sanata verdi. Evde sürekli bir aktivite, bir kesme- biçme- yapıştırma- boyama döngüsü var. Yaptığı hiçbirşeyi de attırmıyor. Kağıttan kayık yapıp minik bebeklerini oturtmuş içine, çalışma masasının üstüne koymuş. Bir de harıl harıl resimli kitap yapıyor. A4’ leri ortadan ikiye kıvırıyor, sayfa yapıyor. Sonra her sayfaya resimler ve konuşma balonları yapıyor. Bazen kendisi yazıyor içlerine, çok zor gelirse bize yazdırıyor. Maalesef sadece büyük harf kullanarak yazıyor. İlkokula başlayınca bu sene öğretmeni muhtemelen bize kızacak “neden böyle öğrettiniz” diye ama biz öğretmedik, kendisi öğrendi. (Hani çocuğum çok zeki anneleri vardır ya, “Allah sizi inandırsın, 3 yaşında okumayı söktü, hem de kendi kendine, biz birşey öğretmedik, 2 yaşında da kendi kendine piyano çalmaya başladı, çooooocuuum hadi bi parça çal teyzelere” falan diye insanı sinir ederler...Onlardan gördüm kendimi) bu aralar bolca tatil yaptık. 23 nisan, 1 mayıs...kuzuyla güzel vakit geçirdik. Yeni yerler keşfettik. Bazen kız kıza alışveriş yaptık.
Bu sene bahar gelemedi bir türlü değil mi? Nasıl serin havalar. Normalde bu mevsimde kısa kolluları çekmiş olurduk. Bu yıl daha hırkalardan kurtulamadık. Şikayetçi miyim, kesinlikle hayır. Havaların ısınmasının gecikmesi benim ne kadar işime geliyor anlatamam. İnşallah nispeten serince bir yaz mevsimi geçiririz. Yazın yarısını hamile, yarısını da küçük bebekle geçireceğim. Bari havalar bunaltmasın.
Artık etraf da yeşerdi. Bol yağışlı bir sene olması nedeniyle doğadan da bereket fışkırıyor sanki. İşe gelirken üzüm bağlarının arasından geçiyorum bol bol. Asmalar yeşillendi, uzaktan bakınca rüzgarla dalgalanan minik uç yapraklar renk değiştiriyor. Sanki yeşilimsi, dalgalı bir denize bakıyormuş gibi oluyor insan. Yamaçlar da papatya öbekleri nedeniyle karbeyaz görünüyor uzaktan. Yolculuğumu keyifli yapıyor bu detaylar. Yoksa kocaman bir karınla araba kullanmak pek de kolay değil...

Ruh halim de pek değişken, pek dalgalı bu aralar. Bazen içim içime sığmıyor, son derece pozitif, esprili, etrafına da neşe saçar haldeyim. Bazen de tam tersi, bir kasvet çörekleniyor üstüme, daralıyorum, kabuğuma çekilmek istiyorum. “Kimse benimle konuşmasa bir süre” moduna giriyorum. Neyse ki insan anne olunca şöyle bir ağız tadıyla melankolik takılamıyor. Hemen silkinip kendine gelmek zorunda kalıyor. “Anneeee neden böylesin, annecim birşeyin mi var, masaj yapayım mı annecim” diye yanına yaklaşan bir miniğin sorumluğunu hatırlayıp düzeliyorsun. Annelik insanın depresyona girme özgürlüğünü elinden alan bi müessese kardeşim...O küçük insan sendeki en ufak bir değişime bile o kadar duyarlı ki. Doğduğundan beri tüm algıları, sendeki en hassas değişimi bile hissedecek şekilde ayarlanmış. Ufacık meme emen bir bebecikken bile, stresliysen, o da stresli oluyor. Emmek istemiyor, uyumak istemiyor. Ruh emici diyorum ben kendilerine. Gerçekten ruh halin neyse emiyor hemen bunlar sünger gibi. İşte bu yüzden depresif dönemlerim uzun süremiyor şükür ki...

Geçen yıl bu zamanları hatırladıkça içim acıyor bir tek. Geçen yıl, ne baharı ne de yazı ağız tadıyla geçirememiştim. Hastanede babamın başında olduğum her an ızdırap, yanında olamadığım her an daha da büyük ızdıraptı. Çocuğuma da vakit ayırmaya çalışıyordum, ama onunla geçirdiğim zamanlar bile acı veriyordu, babamın yanında olmadığım için. İki arada bir derede, ne orada ne burada, öyle tuhaf bir haldeydim ki. İşten hastaneye, hastaneden eve, evden işe koşturuyordum. Bahar gelmiş, ortalık çiçeklenmiş, insanlar evlere sığmaz olmuştu ama bizim görecek halimiz yoktu. Kızım iyice bunalıma girmesin diye arada kıra bayıra götürdüğümüzde bile içim yanıyordu. Babam orada hasta ben eğlence peşindeyim diye kendimi kahrediyordum. İşte o dönemde anladım kardeşin önemini. 3 kardeşi sırayla gelip yanında oldular. Evlerini barklarını, düzenlerini bırakabildiler. Ben onları rahat ettirebilmek için çalışmak zorundaydım. Hastanede özel oda ve diğer masrafları da birinin karşılaması gerekti. Bilmiyorum yine de evlat olarak bazen yeterli özveride bulunamadığımı düşünüyorum. Hastane koridorlarında ayaklarımın geri geri gittiği çok zaman oldu. Daha çoğu gittiğimde onu kötü bulma olasılığından korktuğum içindi ama, işten çıkıp, fütursuzca evime dönebildiğim günleri özledim çok. Gerçekten çok yoruldum, ama en büyüğü gönül yorgunluğu idi. Gözümün önünde eriyip bitmesini izlemek tüketti beni. Şimdi enseme ılık ılık vuran şu bahar rüzgarları bile nedense geçen yıl bu zamanlardaki acılı, zor, azaplı günlerimi hatırlatıyor. Hemen içime bir gölge düşüyor. 2 ay sonra 1 yıl olacak gideli. Henüz aklıma gelmediği 1 gün bile yok. Az önce en son fotoğraflarına baktım. Sağlıklı olduğu en son döneme...Umarım gittiği yerde çok iyidir şimdi rahatı. Rahat rahat nefes alıyordur artık umarım. Mekanın cennet olsun, ruhun huzur bulsun babacığım.
Nereden geldi yine bu bunalım, dikkat ediyorum, yazılarıma hep iyi başlayıp bunalım bitiriyorum. Ama buradan başka içimi döktüğüm bir yer yok ne yapayım...