24 Mart 2009 Salı

ARTIK 6 YAŞINDASIN

Benim canım kızım, küçük kuzum, 6 yaşındasın artık.
Daha dün poğaça gibi ayaklarını öpüyordum, göğsümde emerken uykuya dalmanı, o esnada ağzının hafifçe aralanmasını seyrediyordum halbuki.
Büyüdün, büyüdün de küçük bir insana dönüştün. Bu küçük cücenin içinde bir karakter barınmaya başladı bile.

İşine geldiği zaman kuralcı bir çocuksun, ama işine gelmediğinde veya yanında bir yandaş bulunca kuralları çiğnemeyi pek seviyorsun. Mesela TV konusunda, “izleyebilir miyim” dediğinde, “1 çizgi film” diyorum. Sonra ben işe dalmışsam bile, 1 çizgi film bitince, “anne bitti, kapatayım mı” diye beni uyarıyorsun. Halbuki beni ayakta uyutabilirsin istesen. Böyle de dürüstsün.
Bir konuda senden söz almayı başarabilmişsem güzel. Genelde sözünde duruyorsun.

Çok titizsin. Manyak annenin seni 2 kere psikoloğa götürmüşlüğü var bundan ötürü. Elin falan kazara boya olursa bir saat ağlıyorsun. Bazen de akan burnunu kazağın kenarına siliveriyor, yağlı ellerini üzerine sürerek temizleyiveriyorsun. Anlamıyorum. Bu titizlik damarın belli durumlarda tutuyor. Bu durumların ortak paydası nedir bunu keşfetmeye çalışıyorum. Bazen odanı bok götürse umurunda olmuyor ama keçeli kalem parmağının kenarında iz bıraksa dert edinip ağlıyorsun. Bazen de ellerin komple boyanıyor, gözucu ile takip ediyorum bir arıza çıkaracak mısın diye, ama bana mısın demiyorsun.

Mükemmeliyetçisin. Feci çekilde hem de. Resminde hata olmayacak, oyunda hata yapmayacaksın, oyuncakların kırılmayacak, kaybolmayacak. Resim yaparken yanlışlıkla bir yeri karalarsan, sinirlenip kağıdı cart curt yırtıp atıyorsun.oyuncağının küçük bir parçası kırılırsa saatlerce ağlayabiliyorsun. Hem mükemmeliyetçisin, hem de hayalkırıklıkları ile zor başa çıkıyorsun. Kendimce sende en zayıf nokta olarak bunu görüyorum. Böyle olursa bu acımasız hayatta nasıl mücadele edeceksin ki a kuzum? Bazen unutmayı, sineye çekmeyi, başka şeylerle mutlu olmayı becerebilmek gerek. Seni mutsuz eden şeye takılıp kalman, kolay aşamaman beni üzüyor.

Sanatçı ruhlusun. Kısmen kereste bir anne ve ziyadesiyle odun bir babadan böyle yaratıcı bir çocuk nasıl çıkmış hayretler ediyoruz. Evdeki havlu kağıt rulosundan, ambalaj kağıdından, çikolata kutusundan, bardak altlığından türlü türlü şeyler yapıp ağzımızı açık bırakıyorsun. Güzel resim çizemiyor ama herşeyi süper tasvir ediyorsun. Çizdiğin resimlerdeki detaylar ve ifadeleri ben şu 35 yaşımda çizemem. Çok renk kullanıyorsun. Rengarenk cıvıl cıvıl resimler yapıp, duvarlarına asıyorsun. Odanın kapısına sigara içilmez işareti, rahatsız etmeyiniz tabelası yapıyorsun. Bana kalplerle, kelebeklerle süslü, parlak pullu kartlar yapıp, üstüne annecim seni çok seviyorum yazıp, odamda aynanın önüne bırakıyorsun.
Müziğe yeteneklisin. 1.5 yaşından beri herhangi bir şarkının melodisini bir kere duyman yetiyor. Hemen mırıldanmaya başlıyorsun. Notaları da güzel kavrıyorsun. Bu müzik kulağını benden almış olduğunu düşünüyorum. İmkan bulabilseydim, ben de bir müzik aleti çalardım herhalde. Seninle birlikte ben de müzik eğitimi alıyorum şu anda.

Sözel becerin çok yüksek. İnanılmaz cümleler kuruyor, inanılmaz kelimeler kullanıyorsun. Hafta sonu bana, “anne bu miniş çıkartmalarını nereden buluruz, gugıla miniş yaz, çıkartma yaz, bak bakalım ne sonuçlar çıkacak” dediğinde küçük dilimi yutacaktım.
Çok gevezesin. Sürekli konuşuyorsun, konuşmadığın zamanlarda da şarkı söylüyorsun. Sen uyuduğunda evimiz derin bir sessizliğe bürünüyor. Bazen biraz kafa dinlemek için hevesle uyumanı bekliyoruz. Uyuduğunda da önce huzura dalıp, sonra da sesini özlüyor, babanla gün içinde yaptıklarını birbirimize anlatıyoruz. İkimiz de o ortamda bulunmamıza rağmen, olayları, konuşmalarını birbirimize tekrar anlatıp gülüşüyoruz. Annelik-babalık işte böyle bir nevi delilik hali yavrucuğum.

Bu kuvvetli çene ile her hakkını savunuyorsun. 2 erkek 7 kız olan sınıfınızda, öğretmen çok konuştukları için kızlara ceza verdiğinde, “öğretmenim, erkekler 2 kişi, onların konuşacak fazla konusu yok, ama biz 7 kişiyiz, hepimiz bir şey söylesek bile gürültü oluyor” diyerek, öğretmenine kafa tutabiliyorsun.

Beni çok beğeniyorsun. Sen bana “anne çok yakıştı, anne müthiş oldun, bu rujun da harikaymış” dediğinde dünyalar benim oluyor. Bu şişko halimde bile, “annemin karnında bebek olduğu için böyle, aslında şişman değil” diye beni savunuyorsun. Etrafımda daha bu yaşta annesini beğenmeyen küçük ergenler olduğunu duymaya başladım. Neyse ki şimdilik bana hayransın.
Keskin bir damak tadın var. Yeni lezzetlere çok kapalısın. Görünümünü beğenmediğin birşeyi asla ağzına koymuyorsun. Çok beğeneceğine emin olduğum için, ısrar etsem de başarılı olamıyorum. Kesinlikle denemiyorsun.
Gaza gelmeye çok müsaitsin. Bir arkadaşın kanına girip hadi gel şöyle yapalım dediği anda sonuçlarını düşünmeden onun peşinden gidebiliyorsun. Böyle dolduruşa gelme be kızım.
Çok sosyalsin. 1.5-2 yaşlarındayken çok çekingen ve ürkek olduğun için üzülüyor, psikoloğa gitmeyi düşünüyordum yine. Halbuki büyüdükçe değiştin, hele okula gittikçe açıldın. Şimdi bıcır bıcır konuşmanla kolayca iletişim kurabiliyorsun.
Özgüvenlisin. Sadece dediğim gibi başarısızlığa tahammülün yok. Hata yaptığında, çok üzülüyorsun.
Abur cubura düşkünsün. Kilo problemin yok şükür ama seni sağlıklı besleyelim diye çaba gösterdiğimiz için böyle. Bu sene ilkokulda kantinle tanışınca neler olacak bilmiyorum. Seni çok iyi kontrol altında tutmamız gerek. Çünkü genetik yatkınlık nedeniyle kilo almaya meyillisin.
Statükocusun. Annene benzemişsin. Hafif bir kedi tarafın var. Değişiklikler seni geriyor. Zor alışıyorsun. Ama alışınca da vazgeçemiyorsun.
Artık seninle girdiğimiz çatışmalarda daha kolay ikna edilebilir kıvamdasın. Geçtiğimiz yıllarda bazı konularda seninle inatlaşma hatasına düştük. Neyse salaklığımızı ve nafile kürek çektiğimizi farketmemiz fazla uzun sürmedi. Artık konuşarak ikna olabiliyor veya bir süre sonra hatanı anlayabiliyorsun.
Bir an önce büyümek hevesindesin. Sana göre artık 7 yaşındasın. Hatta hala anaokuluna devam etmen büyük hata. Seni küçük kızım veya bebeğim diye seversem çok kızıyorsun.
Bir an önce dişlerin çıksın istiyorsun. Süt dişlerinin dökülmesi senin için çok önemli bir büyüme adımı.
Asla şiddete başvuran bir çocuk olmadın. Sana vurduklarında bile, canının yanmasından çok, arkadaşından böyle bir tavır görmek üzdü seni. Son dönemde ise, bunu açıkça dile getiriyor, “neden bana vurdu, konuşarak anlatabilirdi, bana kızdıysa, bana söyleyebilirdi” diyorsun. Senin bu genelde diğerlerinden sopa yeme hadisen beni yıllardır üzse de, aslında seni bu konuda doğru yetiştirmiş olduğumuzu anlıyorum. Yıllardır, “vah vaaah, ezik bu çocuk ezik. Hayatı boyunca itilip kakılacak, hep dayak yiyor” diye dertlensem de, asla “sana vurana sen de patlat bi tane çocuuum” demedim. Sana vurduklarında yanında oldum. Karşıdaki çocuğu içimden duvara yapıştırmak gelse de, enerjimi seni sakinleştirmeye ve dikkatini dağıtmaya harcadım. İyi de yapmışım, şimdi hakkını konuşarak arıyorsun.
Sürekli seninle ilgilenilmesini istiyorsun her çocuk gibi. Akşamları yemekte babanla konuşmaya başlarsam, ses tonunu gittikçe yükselterek kulakları tırmalar tarzda konuşmaya ve sorular sormaya başlıyorsun. Ben de varım, buradayım, zaten akşamları topu topu 2 saat görüyorsunuz beni, bari adam gibi ilgilenin demek istiyorsun aslında ama biz de insanız nihayetinde annem. Bazen işten yorgun, bazen gergin geliyoruz. Her zaman pamuk helva modunda olamıyor, bazen birbirimizle de konuşmaya ihtiyaç duyuyoruz. Neyse ki okul nedeniyle erken yattığın için, artık bu seansları sen uyuduktan sonraya bırakmayı öğrendik.

İşte sen böylesin minik maymunum. Bıraksalar günlerce yazarım seni.
Annen gibi yarı arızalı bir tip olmaman için bütün çabam. Annemin beni yetiştirirken yaptığını düşündüğüm hataları sende yapmamaya çalışıyorum ama hatasız kul olmaz demişler. Elbette bir yerlerde bir kusurlar işliyoruzdur. Doğan Cüceloğlu veya Üstün Dökmen hangisiydi hatırlamıyorum, anne babalar çocuk yetiştirirken bazen birkaç hata yapabilirler, ama sayısız da doğru yaptıkları şey vardır gibi bir laf okumuştum. Umarım fazla hata yapmıyoruzdur. Umarım doğru yoldayızdır.

13 Mart 2009 Cuma

BİR KIZINIZ DAHA MI OLACAK? HAY ALLAH, OLSUN...


Bu aralar sık sık, hadi abartmayayım, aynı hafta içinde 2 kişiden duyduğum bir şey var. Yazmak istedim. Genelde uzaktan bir tanıdıkla aramda geçen, hamileliğimle ilgili bir diyalog:

Öteki: Ay maşallah, kaç aylık oldu şimdi?
Ben: 5.ay içindeyim.
Öteki: Cinsiyeti belli mi?
Ben: Evet, belli, bir kızımız daha olacak.
Öteki: (Kısa bir duraksamadan sonra) Olsun!
Ben: ??????

Bu “olsun” ne anlama geliyor anlamadım. Ama söyleyen iki kişinin de bir oğlu bir kızı var. Hani biz ikincide oğlanı tutturamadık diye bir teselli sözcüğü gibi söylendiğinden sinir oluyorum. “üzülme, boşver” dercesine “olsun”...
Niye olsun? Olsun tabii de, sağlıklı, mutlu, huzurlu olsun önce...

Bir kızım daha oluyor diye insanlar sanki benim adıma biraz üzülüyorlar. Kayınvalidem de cinsiyet belli olana dek, ben sürekli, “Anne bu da kız hissediyorum” dememe rağmen, “Aaa belli olmaz, bakarsın bu farklı olur” şeklinde nafile bir ümit besledi. Yani “kızım ne farkeder, kız da olsa, erkek olsa, yeter ki sağlıklı olsun” demedi. Hep içinde “bu da erkek olsa” ümidi taşıdı ve bunu da bana bilmeyerek hissettirdi. Okumuşunda da, cahilinde de bu erkek çocuk saplantısı nedir anlayamıyorum. Sanki Tudor hanedan soyu devam edecek de erkek çocuk bunu sağlayacak anasını satayım. Genlerimize işlenmiş galiba bu tutku. Erkek olsa kayınvalidem daha çok sevinecekti, buna eminim. Valla bu cinsiyet belirleme işi tamamen erkekten gelen sperm hücresinden oluyor, benim zerrece kabahatim yok:)

Yine hamilelik hormonlarım devrede, yine ultra alıngan ve ota boka takar moddayım. Bir daha “olsun” diyen olursa çok feci bozmak niyetindeyim ama alternatif cuk oturan cevap bulamıyorum. Dur bakayım deneyeyim hele bir:

Ben: bir kızımız daha olacak
Öteki: olsun
Ben: eee olan olmuş zaten, kısmet üçüncüde belki erkeği buluruz, olmazsa bunun dördüncüsü vaar, beşincisi vaar...

Veya
Ben: Bir kızımız daha olacak
Öteki: Olsun
Ben: Ne olsunu, ne olsunu, doğar doğmaz gömücez onu (Tövbe yarabbim!)

Veya
Ben: Bir kızımız daha olacak
Öteki: Olsun
Ben: Bozmayın moralinizi yahu, 2 kızdan başlık parası gelecek, bundan alası olur mu? 12’ ye bastılar mı veririz kocaya kurtuluruz bu sidiklilerden...(Tövbe yarabbim!)

Veya
Ben: Bir kızımız daha olacak
Öteki: Olsun
Ben: Yaaa sen olsun diyorsun ama, kayınvalidem köyden bir kocama bir kız daha bakmaya başlamış, ben oğlan doğuramıyorum diye, üstüme kuma getirecekler, böööööaaaaa.....

Veya
Ben: Bir kızımız daha olacak
Öteki: Olsun
Ben: Valla benim hiçbir kabahatim yok bu işte, tamamen eşimden gelen spermin kalitesizliği, yine kız çıkmış spermler ben naapayım. Ben ne gelirse onu muhafaza ediyorum, bir nevi taşıyıcıyım sonuçta. Taşıyıcıya zeval olmaz...

Ay, sevgili günlük gördüğün gibi bu aralar yürüyen homurtu şeklindeyim. Ne zaman hamilelik beni, şeker gibi lokum gibi birşeye dönüştürecek, merakla bekliyorum...

12 Mart 2009 Perşembe

ŞİMDİ OKULLU OLMAYA AZ KALDI


Şunun şurasında kalmış 3 aylık bir vaktimiz. Derhal karar vermemiz gerek. Bir çok kolejin ön kayıtları nisanda başlıyor. Bazı burnu büyük okullar, noter huzurunda kura ile alıyor. Devlet okulu düşünemiyorum, bulunduğumuz semtte sınıf mevcutları 40 kişi civarı diyorlar. Her ne kadar kriz gözümü çok korkutuyor, kolejde devam edebilmesi konusunda da endişeler taşıyorsam da, şimdilik en azından imkanımızın olduğu dönemde, ya kötü birşey olursa, diye düşünüp, aşırı temkinli olmayalım, biraz tevekkel olalım diyoruz. Allah yardımcımız olsun, herkesin de yardımcısı olsun…
Okul seçerken, çocuğun yapısı ve ebeveynin okuldan beklentileri çok önemli bence.
Şöyle bir sakin kafayla düşündüm, ben bir okuldan ne bekliyorum, maddeleyiverdim hemen, aklıma geldiği sırada yazıyorum:
1- Evimize yakın olsun, kuzucuğum serviste saatlerini harcamasın. Şöyle söyleyeyim, oturduğumuz semtin sınırları içinde olsun.
2- Mutlu çocuklar yetiştirsin
3- Kendine güvenen çocuklar yetiştirsin
4- Sorunlarını çözebilen, analitik çocuklar yetiştirsin
5- Tartışabilen, soru sorabilen, sorgulayabilen çocuklar yetiştirsin. Ezberci, ürkek, hazırlopçu çocuklar değil
6- Sosyal yönü güçlü, dinlemeyi de bilen çocuklar yetiştirsin.
7- Kitap okumayı seven, sanata ilgi duyan çocuklar yetiştirsin.
8- Çocukların eğilimlerini tespit edip, yönlendirme yapsın. Misal benim çocuğumun güzel sanatlara eğilimi varken, akademik başarı şart, günde 500 soru çözeceksin, en yüksek puanı alacaksın, diye hayatını karartmasın
9- Güvenlikli olsun
10- Çok katlı olmasın
11- Fiziksel koşulları iyi olsun, bina, sınıflar bakımlı olsun
12- Öğretmen ve çalışan sirkülasyonu fazla olmasın, çalışanları da mutlu (ve kıdemli) çalışanlar olsun.
13- Dozunda bir disiplini olsun, laçka olmasın. Sabahları işe gelirken görüyorum, makyajlı lise öğrencileri, saçlar boyalı, röfleli, nevrim dönüyor. Okul bırak, anne baba kızını o halde nasıl evden bırakıyor. Hadi makyajı görmüyor diyelim, boyalı saçı da mı görmüyor?
14- Okulda hijyen ve temizlik, olmazsa olmaz tabii, ama yine de yazdım.

Şimdilik aklıma bunlar geldi. Benim kızım, resime, müziğe çok meraklı. Hayal gücü de çok geniş. Sözel alanda da çok başarılı. Analitik ve matematik yönünün çok iyi olduğunu sanmıyorum. Müziğe yatkın olanın, matematik yönünün de çok kuvvetli olduğunu söyleseler de, henüz kızımın nasıl bir öğrenci olacağını hiç bilmiyorum. Yani elimizde nasıl bir malzeme var hiç bir fikrim yok. Çabuk sıkılıyor sanki. Ödevlerle problem yaşayabiliriz gibi geliyor. Öğrenme stili nasıldır, hangi alanda daha başarılıdır, hangi alanda desteklenmesi gerekir, hep yaşadıkça göreceğiz. Çok heyecanlıyım aslında. Defterler, kitaplar alınacak, kaplanacak, etiketlenecek. Formalar alınacak. Kuzum o formaların içinde kimbilir nasıl tatlı olacak. Gittiği anaokulunda huyunu suyunu öğrendiler artık, evimiz gibi oldu. O yüzden rahatım. Ama burada, yepyeni bir ortam, öğretmeni nasıl tepkiler verecek? Öğretmen çok önemli. Kızımın okulu sevmesinde belirleyici olacak. İnşallah doğru ve iyi kişilerle karşılaşırız. İnşallah kızımız için, en hayırlı, en doğru kararı vermeyi başarırız.



9 Mart 2009 Pazartesi

Çok öfkeliyim...

Yapamadıklarıma, yaptıklarıma, insanların yaptıklarına, yapmadıklarına, davranışlarına, söylediklerine, söylemediklerine, herşeye, herkese öfkeliyim.
Nedir sebebi bilmiyorum.
Öfkelendiklerim basit basit şeyler aslında. Toplasan bir mesele etmez hepsi. Ama ben bunları kafama dolayıp dert edinmeyi başarıyorum.

Son kontrolde bebek neden az hareket etti mesela, doktor da evet gerçekten öyle, yorgun mu geliyorsunuz hep buraya dedi...hayır yorgun değil ama hep sabah aç karnına gidiyorum. Hani tartılıyoruz ya, aldığımız kilo az çıksın, doktordan aferin alalım hesabı. Fakat kızıma oranla bu bebek daha az hareketli sanki. Gerçi hiçbirşeyin göstergesi midir bilmiyorum? Doktora sorunca, genelde bazen böyle olabiliyor, bazen sonuna kadar böyle devam edebiliyor, %90 birşey çıkmıyor dedi. Ama benim kafam şu%10luk dilime takıldı. Hemen kızımın ultrason görüntülerini buldum izledim. Aynı dönemde daha kıpır kıpır bir bebekmiş. bu bebek ise daha sakin, daha az hareketli. Doktor dürtükleyince tepki verdi gerçi. Doktorum, bunun da iyi birşey olduğun söyledi ama yine de huzursuzum.
Üçlü test sonucuma göre yüksek risk grubunda değilim. Ancak yine de a.sentez yaptırmak ister miyim diye sordu doktorumuz. Hayır dedim ama sonra ultrasonda şu hareket meselesini görünce kafama takıldı. Diğer herşey normal, tüm ölçümler ve ultrason bulguları normal görünüyor. Acaba yaptırıp rahat mı edeyim, yoksa yolunda giden birşşeye müdahale etmeyeyim mi? Sonuçta a.s. de de küçük de olsa risk var.
En çok kafama takılan konu budur işte son günlerde. Karnımda hareketlerini bekliyorum heyecanla. Arada minik pıt pıtlar, seğirme gibi hareketler hissediyorum. Dün mesela yorgun ve gergindim. Bebek de gergindi, ama hareketliydi. Adrenalin nedeniyle herhalde.
Bu kızımızı da sağlıkla bir alsak kucağa...

İki yakın arkadaşım, kızımın doğumgününü kutlamadı diye üzülüyorum mesela. İnsan minik bir kitap almaz mı? Sonuçta çocuğu sevindirmek maksat. Bu kadar duyarsız nasıl olunur. Ben katılamadığım zaman özürümü belirtip, sonrasında mutlaka bir ziyaret ile telafi etmeye çalışırım.
Ben bu arkadaşlardan birisine, her gittiğim yerden hediye ile döner, doğumgününü unutmazken, hadi benimkini geçtim, kızımınkine davet ettiğim halde gelmiyor ve kutlamıyor.
Diğeri ise, ayrı bir alem zaten, ondan beklenen bir tavır olduğu için şaşırmıyorum aslında. İkisi de son derece benzer. Şimdi farkediyorum, ikisi de bencil, kendilerine düşkün, bu bencilliklerini çocuklarında da sürdüren insanlar. Dünya benim ve çocuğumun etrafında döner diyenlerden. Herşey benim çocuğuma mübah diyenlerden.
Herşeyi karşılık beklediğim için yapmıyorum ama, ne bileyim, alınıyorum, gereksiz fedakarlıklarımın karşılığını görmeyince. Kimse bana yap demiyor, içimden geldiği için yapıyorum, ama karşı tarafta aynı duyarlılığı görmeyince öfkeleniyorum bu kez. Bu aslında, annemin en çok kızdığım kuylarından birisidir, ben de yaşlandıkça ona mı benzemeye başlıyorum nedir...


Kızımın yakın arkadaşının, kızıma saldırgan davranmasına üzülüyorum mesela...kızımın buna üzülmesine daha çok üzülüyorum. Kendinden yaşça büyük olan bir çocuğun, sorun çözümü olarak şiddeti görmesine kızım bile anlam veremiyor. Neden böyle yaptığını sorguluyor. Sadece kızıma değil bu kötülük, özellikle küçük çocuklara, hoşuna gitmeyenlere, sevmediği herkese. Anne babasının, “ama yavrucum, yanlışlıkla mı vurdun”, diye başlayan yaklaşımları, zaten sorunu çözmekten, dahası kabullenmekten çok uzak. Böyle olunca bu çocuğa ben içten içe öfke duyuyorum ve buluşmalarımızda geriliyorum. Bazen sert çıkıyorum. Anne baba sert olmayınca birinin olması gerekiyor bazen. Bu kez anne-baba bozuluyor bana, farkediyorum. Ama 8 yaşında bir kız çocuğunun, istediğini yapmadı diye, kızıma saldırmasını, boğazını sıkmasını, vurmasını ben hazmedemiyorum, kimse kusura bakmasın. Anne babasından çocuklarının ne kadar sevgi dolu, merhametli, sevecen, iyi geçimli olduğuna dair dinlediklerimse kendimden şüphelenmeme yol açıyor. Herhalde ben çok kötücül bir insanım diyorum. Ama yakın çevredeki tüm arkadaşlarım da benimle aynı şeyden şikayetçi olunca farkediyorum ki bende bir anormallik yok. Her istediği yapılan, kural konmayan, ceza almayan, duygusal yaşı gerçek yaşının çok altında bir çocuk yetiştiren anne-babada bir tuhaflık var. Bunun özgür çocuk yetiştirmekle alakası yok. Çocuğuna sınır koymayı sevmiyor olabilirsin, ama bu çocuk başkalarına zarar vermeye götürüyorsa işi, sen dur demesini bilmiyorsan, dur diyen bir başkası çıkabilir, çıkmalıdır da...
Benim melek kızım, anlayamıyor, sevdiği arkadaşının kendisinin canını neden acıttığını. “Anne söylediğim birşeye kızdıysa, o da bana birşey söylesin, neden canımı yakıyor” diyor.

Amcam neden beni hiç aramıyor diye üzülüyorum mesela. Hani baba yarısıydı? Babam hastane odasında gözümün önünde ölürken, bana sarılıp ağlayarak, bundan sonra baban benim demişti. Kaç kere aradım bilmiyorum, sadece nasılsın diye sormak için. Bir kere bile dönüp aramadı beni. Kimse gerçek babası gibi olmuyormuş insanın. Sırf sesimi duymak için arardın beni, nurlar içinde yat babacığım, mekanın cennet olsun inşallah.

İşlerimiz düzelmezse, daha da kötüye giderse, işsiz kalırsak diye üzülüyorum mesela. Kısa dönemli sarsıntıları atlattık ama kriz daha da derinleşecek diyorlar. Allah korusun, birimiz işsiz kalırsak, tüm yaşantımız alt üst olur. Ne ev borcumuzu ödeyebiliriz, ne de kızımı hayal ettiğimiz okulda okutabiliriz. B planları düşünüyorum kafamda. Ne yapsam da olmuyor. Hadi kızımı okutacak bir okul illa ki buluruz da, evimizi nasıl kurtarırız o zaman, hiç bir yolunu bulamıyorum. Daha 4.5 yıl var kredimizin bitmesine. Kriz başlamadan az önce bir ev alma salaklığını gösterdik işte. Ne bilelim. Akabinde kriz patladı. Kredi de benim başıma patladı. Birşey olur da ödeyemezsek diye uykularım kaçıyor.

Kızımda keyifle, içime sine sine, etrafa mutluluk saçarak yaşadığım hamileliği bu kez tadında yaşayamıyorum.

Bu arada 17 hafta bitti.
3 kilo aldım baştan bu yana. Umarım az kilo alırım bu sefer de vermesi kolay olur.
Tansiyonum 10-6 civarında seyrediyor.
Multivitamin kullanıyorum 1 haftadır, folic plus’ı bıraktım.
Ayrıca demir takviyesine başlıyorum bu hafta.
Saçlarım eskisi gibi dökülmüyor.
Tüylerim çok geç çıkıyor.
Göğüslerim büyüdü, çatal göründü.
Gaz problemim fazla yok.
Normal süt içebilmeye yeni başladım.

Buraya da not düşmüş olayım. Haa bugünle ilgili bir şey daha hatırlamak istiyorum: bir insan bir insanı yemeğe davet etmeyi aslında hiç istemeyip de, mecbur olduğu için davet ederse, bu karşıdaki insanı nasıl etkiler, karşıdaki insan nasıl davranmalıdır?
a- olabildiğince hödük ve vurdumduymaz olup, anlamamazlıktan gelip, heee geliyorum hemenn diye teklife atlamalıdır.
b- Kibarca başka işleri olduğunu söyleyip, geri çevirmelidir, hiçbirşey ima etmemelidir.
c- Teklifi geri çevirip, lafını da sokmalıdır.

Acaip sinir oluyorum. Salak yerine koyar gibi seni mecbur kaldığım için davet ediyorum, aslında gelmemeni tercih ederim, dercesine davet edilmez ki insan...arkadaşınla başbaşa kalmayı istiyor olabilirsin, gayet mantıklı bir istek. Böyle çağıracaksan hiç çağırma.
Off çok hisliyim sevgili günlük. Beni bu hamilelik hormonları mahvetti. Bir yazdım, pir yazdım bu arada. Daha da yazmak istediğim çok şey vardı aslında.