4 Ağustos 2010 Çarşamba

DAĞILDIM TOPLAYANIM YOK

Yine dağıldım.
1.5 hafta tatil yaptım. Buçuk nereden geldi diye soracak olursak, ufaklık ateşlendi. Ertesi hafta işe başlayacakken, ptesi-Salı da gidemedim, işte oradan geldi. 11 gün kuzularımlaydım. Denizin neredeyse içindeydim. Uyanır uyanmaz yüzümü denizde yüzerek yıkadım. Kızlarımla oynadım. Yedim, içtim, yüzdüm, uyudum, geceleri defalarca uyandım ama neyse! Yemekten sonra sahilde turladım, dondurma yedim her akşam. Bütün bunlara rağmen kilo almadım. Bedenim fazla değil ama ruhum çok dinlendi.
Sevdiklerimle olmak çok iyi geldi. 2 yıldır ruhume bu kadar iyi gelen bir tatil daha yapmamıştım. Annem de yanımdaydı. Tüm işlere ve kuzuların bakımına o destek vermese bu kadar da dinlenemezdim. İyi ki varsın anne!

Sonra döndük işte yine kürkçü dükkanına. İzmir korkunç sıcak. Evde tamamen klimalı hayata geçmiş durumdayız. Bu ay elektrik faturamızı hayal edemiyorum.

Küçük kuzumun doğumgününe sadece 2 gün kaldı. 2 gün!
Bitti işte, en zoru dediğimiz ilk 1 yılı bitti. İki çocuklu bir arkadaş, en zoru ilk yılı dediğinde, amanın nasıl geçecek diye paniklemiştim.
Geçti işte.
Küçük kuzum doğdu, ablası ilkokula başladı. Anne arada depresyona girdi, çıktı. Abla okula alıştı, ufaklık kolik oldu geçti. kış geldi, anne işe başladı. Bir bakıcı teyzemiz oldu. 1 hafta çalışan aboovv üzerime gustu eşşek sıpası diyen ilkini saymıyorum. Tek bakıcı ile bugünlere geldik şükür. İşte günler geldi, geçti. ben kendime hep belli kilometre taşları koyarım hayatımda. Uzun veya kısa vadede olabilir bu taşlar. Mesela ağustos ayı için, 3ünde eşimin doğumgünü, 6sında küçük kuzunun doğumgünü, 9’unda kutlaması, 28’inde bodruma gideceğiz...gibi, beklediğim özel tarihlerim var. Bu koyduğum hedefleri düşünmek beni motive eder. O günleri iple çekerim bir nevi. Bu sayede keyiflenirim.
Küçüğüm doğduğunda hep şunları hayal ediyordum: yılbaşında 5 aylık olacak...ablasının doğumgününde 7 aylık...ablasının bale gösterisinde 9 aylık...ablası karne alırken 10 aylık...sonra 6 ağustosta 1 yaşında!!!
Hepsi hızla geldi geçti işte. Bir yandan hüzünlüyüm. Taaa torunlarıma kadar bir bebeğin büyümesine tanıklık edemeyeceğim diye. Bir yandan da mutluyum en zor zamanları atlattık diye. Aslında en zor mu o da tartışılır gibi geliyor şimdi ya neyse!

Şu sıralar, işyerinde konsantrasyon güçlüğü yaşıyorum. İş yapamıyorum resmen. İş performansımdan hiç memnun değilim. Tatil nedeniyle biriken işler var. Hiçbirini yapasım yok. Önceden fırtınalar estiren ben, eski performansımın %1’ini sergileyemiyorum. Hani bıraksalar bütün gün nurturia’da, internette takılacağım. Ama durum ciddileşmeden el atmalıyım. Çok dağılırsam toparlamam zor olacak.
Ah part time çalışma ahhh....Eminim ileride bu tür yasal haklar olacak. Ama biz yakalayamadık işte....Neyse elleşmeyin yaram derin modundayım yine...

8 Temmuz 2010 Perşembe

11.AY GERİDE KALIRKEN



Haftalar, aylar nasıl da geçmiş...
Ufaklığın doğumgününe 3 haneli rakamlar vardı derken, 28 gün kalmış.
Bugünleri hayal bile edemezken, yaşayıp geçiyorum farkında değilim...

Büyük kızım karne aldı, hepsi pekiyi, gururlandık. Ancak okulun son haftası 7 gün boyunca düşmeyen ve sebebi bilinemeyen ateşi ile bizi çok korkuttu. Ateş düşürücü, duş, novalgine damla, herşeyi denedim. Son çare novalgine damla ile sadece 38,5’a düşürebildik. O da 1 saatliğine. Novalgine’i hayatında 3.kere kullanıyorum. Yarım saat duşta tuttuğum çocuğu, duştan çıkartınca ölçtüğümde gördüğüm değer 40,6! Önce kusma, sonraları ishal. 1 haftada 2 kilo verdi papatyam. Tüm tahlilleri sorunsuzdu. Sebebini bulamadık. Doktor yaz gribi dedi. Aman şükür geçti. şimdi tatilin verdiği hımbıllıkla verdiği kiloları geri alır tahminim! Karne hediyesi, bisiklet alalım diye motive etmeye çalıştım ama illa ki scooter istedi. Işıklı bir scooter aldık. Pek mutlu şimdilik. Bisiklet içimde uktedir. Annem düşerim diye bana aldırmamıştı. Evet, hiç bisikletim olmadı. Binmeyi de çok iyi bilmem. Arkadaşlarınkine binerken ne kadar öğrendiysem işte. Şimdi kızıma yalvardım ama yok, istemedi. Seneye belki fikri değişir.
Gitar çalma konusunda epeyce ilerledi. Öğretmeninden ve kurs yetkililerinden hep övgü dolu şeyler duyuyoruz. Bu çocuk sanatla ilgili bir alanda başarılı olacak tahminimce. Bir de gitar çalışma konusunda problem yapmasa. Yeni şeyler öğrenmek güzelmiş, ama pratik yapmak çok sıkıcıymış!

Küçük kuzumda ise bir sürü yenilik var. 7 aylıkken ilk dişlerini çıkarmıştı. Şu anda 4 dişi var. 5 ve 6. dişleri zorlamaya başladı. Birkaç gün içinde sanırım onlar da gelecek.
10 aylıkken de yürümeye başladı. İlk haftalarda emekleme ile karışık yürüyordu. Şimdi emeklemeyi tamamen bıraktı. Pıtır pıtır yürüyerek dolaşıyor. Düşse bile doğrulup kalkabiliyor. Tabi yaramazlık seviyesi de hızla artıyor. Sürekli bir muzırlık peşinde. Saksıların dibini eşelemek, prizleri kurcalamak, dolap çekmece karıştırmak. Dün sabah iki eliyle orkide saksısının dibine dalmış, toprakları salonun köşesine saçmış, üstünü başını batırmış 2 dakika içinde. O kadar da sevimli ki, kızdığım zaman bile, şebek şebek sırıtıyor.
Gece uykuları hala düzene girmedi. Emmeye hala devam (şükürler olsun!) 2 saatte 1, bazen saat başı kalkıyorum. Ama emsin de razıyım modundayım şimdilik.
Hafta sonu ilk kez denize girdi. Tahmin ettiğimiz gibi bayıldı. Bir ağustos kızı olarak, çok mutlu oldu sudayken. şap şap elleriyle vurdu, neşeyle çığlıklar attı. Ablasını yüzerken görmek de olumlu yönde etkiledi sanırım. Bakalım inşallah keyifli deniz sefaları yaparız bu sene hep beraber...
Ayrıca artık bidi bidi konuşuyor. Fakat çoğunu anlamıyoruz!!!. Bulduğu herşeyi telefon gibi kulağına götürüp “Ayoaa annee” diyor. Tüm oyuncakları biliyor artık. Ablası ile kumanda kavgası yapmaya başladılar bile. Kendi oyuncaklarından ziyade, kumandalar, terlikler, gazeteler ve zararlı ne varsa onlarla oynamak istiyor. Al diyor, canı isterse anne, baba, abba diyor. Çok oyuncu, herşey oyun onun için. İşten döndüğümde bir yapışıyor bana. Paçamda geziyor sürekli. Özlüyor beni. Ah canımın içi...Ablası da o aylarda tuvaletin kapısında beklerdi beni. Bu minyatür de öyle oldu. Fiti fiti geziyor işte evin içinde hiç duru durağı yok. Dolayısıyla hiç de kilo alamadı 2 aydır. 11 aylık çocuk hala 9 kg. Zayıf, minyon bir tip olacak herhalde benim bu kızım. İştahı çok çok da kötü değil. Diş çıkarma dönemlerinde yemiyor, ama bu normal zaten. artık hareketlendiği için sanırım kilo alımı da durdu, neyse sağlıklı olsun da diyoruz veee takmıyoruzJ

Bense diyete başladım. 9 kilo verdim. Daha da vereceğim çok kilo var. Yavaş veriyorum, emzirdiğim için kalorisi bol ve gevşek bir diyet yapıyorum. Yani fazla zorlanmıyorum. Tek zorluk, tatlıyı hayatımdan tamamen çıkarmış olmak. İsteyince oluyormuş. Eşimin dondurmasınan bir ısırık alıyorum çok canım çektiğinde. Herkesin cesaretlendiren sözleri bana gaz veriyor. Eylülde kızımın okulu açılırken eski hallerime dönmüş olmayı hedefliyorum.

Önümüzdeki hafta tatile çıkıyoruz. Yıllık iznimden 1 hafta kullanıp döneceğim. Bir yazlık kiraladık, 3 sene önce de aynısını yapmıştık. Bakalım nasıl olacak?
Blog tutma işini yine boşladım her zamanki gibi. İş yoğunluğu, depresif günler vs vs derken...
Buraya not düşmek istedim işte olanları...

6 Mayıs 2010 Perşembe

NEHİR İYİLEŞECEK

Bloğunu yeni yeni takip etmeye başladığım Açalya'nın başlattığı bu harekete tüm kalbimle destek veriyorum. Bu kadar da güzel yazılamazdı herhalde, ellerine sağlık...
Nehir'in annesinin bloğunu arada ziyaret eder, nasıl gidiyor bakardım. Uzun süredir girmemişim demek, son gelişmelerden haberdar değildim. Herşey yolunda sanıyordum.
Bu linki, Hülya üye olduğumuz mail grubuyla paylaştı. Ben de eşe, dosta yolladım. Facebook'ta yayınladım. Eşime de göndermiştim. Aradı, "Gerçekten böyle bir hediye ister misin" diye sordu. Bunun anlamı "2-3 gün sonra bana parfüm, kolye, yüzük, giysi, vs bok püsür almadım diye kapris yapar mısın?" Zavallı kocacım...İyi korkutmuşum gözünü...
Karınca kararınca, Nehir için yardımımızı yaptık. Herhalde hayatım boyunca unutmayacağım, hayatımın en anlamlı hediyelerinden biri oldu. Gözyaşlarımı zor tutuyorum düşündükçe, annesinin bloğunu okudukça.
İnşallah, inşallah başarı hikayelerini okuyacağız. Güzel haberler alacağız.
Tüm annelerin anneler günü kutlu olsun...Nehir'in annesinin hayalleri de gerçek olsun. Nehircik çok iyi, çok sağlıklı olsun...

29 Nisan 2010 Perşembe

2 Çocuklu Annenin Tespitlerine Gel

Hülyacım sobelemiş, bu sobe işini sallarsam sonra unutuyorum, içime dert oluyor, hemen yazayım. 2 çocuklu ve de yaşını başını almış biri olarak pek bir ahkam kesesim var fakat büyük kızımla küçük kızımın tipleri hariç, hemen herşeyleri birbirinin zıddı. Bu da tespit yapabilmemi çok zorlaştırıyor aslında.

- Anne sütü konusunda hülyaya katılıyorum. Emmek için uyanan ve uyandığında emzirilen bebeklerin deliksiz uyku olayı bence de zor. Özellikle 6.aydan sonra mıkırdandığında emzirmezsen belki olabilir. Ama ben, zaten sadece uykuda memeyi alıyor diye, her mık mıkında memeyi ağzına tıktığım için, deliksiz uyku yok. Zavallı tracy hogg mezarında ters dönüyordur herhalde...Sen o kadar kitap al oku, sonra ne deniyorsa tersini yap. Ne yapalım, ömrümüzden birkaç ay, hatta 1 sene feda olsun. Valla anne sütü alsın diye gecelerdir zombi gibi geziyorum. Emerek uyutuyorum, geceleri de emziriyorum. Ama bak bu sayede 9.ayı da tamamlattım neredeyse, şükürler olsun. Ben bu kadar uğraşmasam şimdiye anne sütü olayımız bitmişti.
- Özellikle ayaklanan, sıralamaya başlayan bebeklerin gece uykusunda bozulma oluyor. Gündüzki hareketliliğin getirdiği birşey mi, yeni keşiflerin bilinçaltında yarattığı heyecan mıdır bilmem, bu aylarda uzun süren uykusuzluk, gece sık uyanıp anne babayı deli etme durumları oluyor. (9 ve 10. aylar yani, hülyaya burada da katılıyorum)
- Çocukla bıcır bıcır sürekli konuşur, büyük insanmışçasına herşeyi anlatırsan çocuk erken konuşuyor. Büyük kızım 1.5 yaşında 2-3 kelimeli cümleler kuruyordu. (şimdi 7 yaşında, geçen Harward’tan aradılar, kızınız gelsin bizde okusun deyu, hemen süperanne moduna girmişim bakıyorum) şaka bir yana konuşma gelişimi için, sürekli konuşmak şart. Bakıcısı sessiz sakin olan çocukların daha geç konuştuğuna şahit oldum. Bizimki 2 yaşında değildi “şakıy şakıy yaamuy yaaayo” demişti.
- Tuvalet eğitimde, vakti geldiyse yani çocuktan gelen sinyalleri iyi gözlersen sorun 1 haftada halloluyor. 1 haftadan uzun süren eğitimlerde daha zamanın gelmemiş olduğuna inanıyorum.
- Çocuğuna aşırı verici, her dediğini yapan, herşeyin çocuğunun hakkı olduğunu düşünen, yumuşak ebeveynlerin çocuğu şiddete meyilli oluyor, diğer çocuklara vuruyor. (bizim 1 numara yıllarca arkadaşlarından sopa yedi, ezik olacak bu çocuk, sünepe olacak, herkes itip kakacak diye yıllarca dertlendim, şimdi çenesiyle çözüyor işi)
- İkinci çocuktan sonra kilolar daha zor veriliyor. Ayrıca doğum sonrası aynı kiloya insen dahi sırtın bile genişliyor sanki. Daha iri kıyım duruyorsun. Gömleklerin önü kapanmaz oluyor.
- Anne sütü arttıran mucizevi gıda diye birşey yok. Herşey bebeğin ihtiyaçlarına göre ayarlanıyor. Annenin ruhsal durumu da süt için çok etkili. Tatlıya abanırsan süt çok az bir miktar artıyor ama öyle dramatik bir artış değil. Ben diyeyim 10 sen de 20 cc.
- İkinci çocuğu da emzirdikten sonra, göğüsler göbeğe doğru meyil vermeye başlıyor. Estetik şart mı ne?
- Eğer anne bir konuda çocuğun çok üstüne düşüyorsa, o konuda mutlaka kronik bir sorun başgösteriyor. Örnek: yemek problemi. Çocuk annenin bu konudaki zaafını çok çabuk keşfediyor ve kullanıyor.
- İkinci çocuk hafif büyüyüp, sevimli hale geldiğinde, iletişime geçtiğinde,etraftan da ilgi görmeye başladığında, birincilerde kardeş kıskançlığı başlıyor. Kardeşe iyi hazırlanan çocuklarda bu dönem daha az hasarla geçiyor.
- İki çocuk arasında en az 4 yaş varsa kıskançlıkla başetmek daha kolay oluyor.

Aklıma şimdilik bu kadar geldi. Kimseyi mimlemedim. Arzu eden herkes yazsın, biz de okuyalım...

20 Nisan 2010 Salı

SIKILDIM

Öküzlerle aynı ortamda çalışmaktan,
Ortam gerilmesin diye uğraşmaktan,
Hatta çalışmaktan,
SIKILDIM BEN...

Her sabah en tatlı saatlerinde bebeğimi, bakıcısının kucağında, altta iki minicik dişiyle gülümserken bırakıp çıkıyorum evden.
Arabaya binip, dünya kadar yol geliyorum. Her duyanın “neee, her gün o kadar yol mu gidiyorsun çalışmak için diye hayret!!!” naraları attığı kadar uzak bir yerde çalışıyorum.
Ben buralardayken kızım okuldan geliyor. Annem karşılıyor. Ödevlerini yaptırıyor.
Ben akşamın kör vakti evime kavuşabildiğimde, uyku öncesi taş çatlasa 2-3 saatimiz kalıyor. 9 gibi büyük yatıyor, 10 gibi ufaklıkla ben.
Kızımla oyun oynamaya vaktimiz kalmıyor. Zira yemek ye, ufaklığı doyur derken büyüğün yatma vakti geliyor.
Sağolsun yemek için oturttuğumda ağzını açıp, yiyip bitiren bir çocuğum hiç olmadığından, ufaklığa yemek yedirmek zaten bütün vaktimi alıyor. Kuş uçtu, daha dün annemizin, aaa bak burada ne varmış...kalan son enerji kırıntımı da bu seansta harcadıktan sonra, bazen kendimi duşa sürüklemem gerekiyor. Saçlarımı kurutmaya bile üşendiğim için gidip kısacık kestirmeyi düşünüyorum.
Diş fırçala, ufaklığı yıka, giydir, zart zurt, yatma vakti geliyor. Onunla bir ben de devriliyorum.
Eşimle bazen günlerce evde iki çift laf edemiyoruz.
Elime bir kitap alıp okumayalı ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Saçlarımın boyası gelip geçiyor, varoş kadınları gibi dipler iyice çıkıyor, millet uyarıyor da, ancak o zaman vakit ayırabiliyorum.
Uykusuzluktan hiç bahsetmeyeyim. Öğle yemeğinden sonra başım klavyeye düşüyor zor tutuyorum.
Bütün bunlar varken, hiç olmazsa işyerinde sıkılmasam, uğraşmasam, yorulmasam...olmaz mı?
35 yaşıma gelmiş de olsam, söz geçiremediğim bir özelliğim var. Gerilimden hoşlanmıyorum.
Münakaşayı sevmiyorum. Kavgadan kaçıyorum. Karşı taraf çok üstüme gelmedikçe, alttan alıp, ortamı yumuşatıp, espriyle, neşeyle geçiştiriyorum. Ne kadar güzel bir meziyet gibi dursa da, artık beni yorduğunu farkettim. Dahası sonradan içlenmeye başladım. “Bu kadar damarıma basmış, ben yine de salağa yattım, ağzının payını veremedim” der oldum. Şimdilerde işyerinde böyle bir vaka var. Son dönemde her dediğimi k.çndan anlayan, hödük hödük cevaplar veren bir tip var. Bu cevaplara gülüp geçerek, espri yaparak, sesindeki gerilimi görmezden gelerek, büyüklük yaparak savuşturduğumu sanıyordum bugüne kadar. Pozisyon olarak aynı durumda olmadığımız için, abla misali, "canım, sen beni ne kadar gersen de, seninle bir olmam ben, sen kendi edepsizliğinle kal" dercesine espriyle, hatta sevimlilikle geçiştirmeye çalışıyorum. Ama yok anlamıyor. Ben böyle yaptıkça öküzlüğün dozu artıyor. Ben de bayramlık ağzımı açmak istemiyorum. Zira patlarsam fena patlıyorum maalesef bu kadar birikim üstüne. benimki de doğru değil, ilk sivriliğinde ağzının payını versem bu raddelere gelmeyecektik. Hadi yanlış anlamışımdır, hadi öküzlüğüne ver, hadi bak sadece sana değil herkese öyle, hadi boşver diye diye bardak ağzına kadar doldu sanırım.

Bir sürü bedel ödeyip geldiğim bu çalışma ortamında, bir de bu salak şahsiyetle uğraşmayı hiç istemiyorum...
Tüm dünyası işten ibaret olan tipler vardır. Başkaca hayatları yoktur. Sabahın köründe gelip, gecenin yarısı dönerler. Hafta sonları bile işe gelirler. Acırım, dışarıda bekleyen hayat bu kadar sıkıcı demek onlar için diye. Hiçbir sosyal çevreleri yoktur. Bu da onlardan işte. Yakında çocuğu olacak ama belki o zaman bir ışık yanar diye bekliyorum.

16 Nisan 2010 Cuma

NEDEN İKİNCİ ÇOCUK?





Özgür anne sormuş kaç çocuk yapmalı diye...
Benim de zaten iki çocuklu hayat üzerine yazasım vardı iyi denk geldi.
Fotoğrafta vaktinde OİP’in dalga geçtiği gibi şekil yaptım. Parçaları birleştiren çocukların resmini görür...
Şimdi efendim, önce kendi çocukluğumdan başlamam gerek izninle günlük.
Ben tek çocuğum, kardeşsizim. Haliyle bu konuda birşeyler diyebilesim var. Hayatım boyunca hep ama hep kardeş özlemi çektim. Kendimi bildim bileli kardeş istedim.

Küçükken evde oyun arkadaşı olmamasıydı beni üzen. Çoğu arkadaşımın ablası ya da abisi vardı. Ben yalnızdım. Hem sonra geceleri odada yalnız uyumaya korkuyordum. Sırf bu korkum yüzünden, odada bir nefes daha olsun diye, geceleri kanaryamın kafesini getirip kendi odama taşırdım. Annem kızardı tüyleri saçtın her tarafa diye. Ne komik, acıdım kendime buradan bakınca. Kardeş işte bu yüzden önemliydi, hem evde canım sıkılmayacaktı, hem geceleri korkmadan uyuyabilecektim, hem ben de herkes gibi kardeş sahibi olmuş olacaktım. Bu kadar yalındı düşüncelerim. Tam bir çocuğa yaraşır cinsten.
Muhtemelen kızım da geçen sene, benzer sebeplerle kardeş de kardeş diye tutturmuştu.

Annemin bir sağlık sorunu nedeniyle başka kardeşim olmadı. Hiç arkadaşsız kalmadım, çok dostum, arkadaşım oldu. kuzenlerim vardı. Çoğu ile kardeş kadar yakın olsak da kardeş gibi olamadık, olamayız da...Bu benim düşüncem, kardeşi olmayıp da yaşadığı hayattan hep çok memnun olan, eksikliğini ben hissetmedim diyen arkadaşlarım da var.

Büyüdükçe evde bir dert ortağı aradım ben. Özellikle ergenliğin o buhranlı günlerinde, arkadaşlarıma bakıyordum da, hep ablalar-abiler arada bariyer oluyordu. Daha az hasarla atlatıyorlardı bu dönemi. Kardeşi olanlar da en azından anne-babaya karşı, evde zaman zaman tek vücut olabilme avantajına sahiptiler. Bense hep tek başıma geçtim o yollardan. Hiçbir zaman anlaşıldığımı hissetmedim. O yalnızlık duygusu hiç peşimi bırakmadı. Annemle babam yeri geldiğinde nasıl da birlik olup bana karşı durabiliyorlardı. Benimse yanımda kimsem yoktu destek olacak. Birçok arkadaşımın annesi dengeleri sağlardı evde. Benimki ise bunu hiçbir zaman yapamadı. Ortaokuldayken bir arkadaşın anket defterine yazdıklarımı okuduğunda, gelip benimle konuşmak yerine, gidip babama da okutmuştu mesela. Sonra gelsin fırçalar, yasaklar. İşte bunun gibi nedenlerle kendimi hep yalnız hissettim. Ama yanlış anlaşılmasın, hep sevildiğimi hissettirdiler bana. Sevgi eksikliği değildi derdim. Ama daha da çoğunu istiyordum. Bana aldıklarının yarısına, hatta 3’te birine razıydım. Zaten iki öğretmen maaşı ile öyle bollum bollum bir hayatımız olmadı ama bunun bile yarısı kabulümdü.

Evlendikten sonra ne olduysa, annem ve babamın evliliği çatırdamaya başladı. Çok gergin günler geçirdik. Tek çocuk olarak çok arada kaldım, çok yıprandım. İstemeden eşim de dahil oldu olaylara. Paylaşacak başka kimsem yoktu. Ama o da olaylara dahil oldukça, bir süre sonra benim üzüntümden dolayı, onlara kızmaya başlıyordu. Arada çok ince bir çizgi var. Derdimi paylaşayım derken, eşimle ailemin arasını bozmak da vardı. Birkaç sene içinde boşandılar.

Sonrası ayrı bir can sıkıcı periyot zaten. hiç girmiyorum. Yine seneler boyu lanet ettim kardeşsizliğime.

Derken 2008’de babam aniden rahatsızlandı ve hastaneye düştü. 4 ay ömrümden ömür tüketen günler yaşadım. O dönemde onun yanında kardeşleri vardı. Neredeyse son nefesine kadar ablası başucundaydı. Ben akşama kadar çalışıp, sonra hastaneye uğrayıp, ihtiyaçlarını karşılayıp, bitap bir şekilde eve geliyordum. Fiziksel yorgunluktan ziyade, onun gözümün önünde eriyip bitmesini izlemek tüketti beni. Yine yalnızdım. Yine benim hissettiklerimi anlayacak, paylaşacak, benim gibi hissedecek biri yoktu. Yine eşim büyük destekçimdi. Ama kardeş başka, başka olmalı en azından. Yaşamadığım için bilmiyorum kardeş nasıl birşeydir. Ben hep öyle hayal ettim. Birçok arkadaşım, sen böyle çırpınırken, herşeye kayıtsız kalan, hastaneye bile uğramayan bir kardeşinin olmasındansa, olmaması daha iyidir dedi, yaşadıkları örneklerden dem vurarak. Ben öyle olacağını sanmıyorum, olmazdı. Benim diğer yarım gibi olurdu bence...neyse...

O 4 ayın sonunda babamı kaybettik. Ben işte o dönemde kararımı verdim. Kızımın kardeşi olmalı dedim. O günlere kadar, kesinlikle niyetim yoktu bir çocuk daha doğurmaya.
Babam edebiyat öğretmeniydi. Kardeş sözcüğünün, karındaş kelimesinden geldiğini söylemişti bir gün. Karındaş, aynı karnı paylaşan kişiler yani. Kızımın da aynı karnı paylaştığı, onu çok seven, bu dünyada katıksız güven duyabileceği bir kişisi daha olsun dedim. Hem yaşadıklarımı düşündüm. İnşallah onlar böyle şeylerle uğraşmaz ama, olur da kötü bir durumla karşılaşırlarsa, birbirlerine sarılabilsinler dedim...

Kızımı büyütürken, ikinci çocuk fikrine o kadar uzakmışım ki, pusetini, kıyafetlerini, oyuncaklarını, herşeyini dağıtmışım birilerine. Hiçbirşeyini saklamamışım. Oysa bakıyorum, şimdi ikinciyi zinhar düşünmüyorum diyen arkadaşlar bile vermiyorlar böyle pahada ağır şeyleri sağa sola. Demek niyet var kafada bir yerlerde. Oradan anlıyorum.

Babamı kaybettikten sonra hayat elbette yine aynı akışıyla devam etti. 5 ay sonra ise, sürpriz bir şekilde hamile kaldığımı öğrendim. İnanamadım. Başta çok üzüldüm itiraf ediyorum. Aldırmayı bile düşündüm. Bir kere, hamileliğin son dönemleri izmirin nefret sıcaklarına denk gelecekti. Üstelik bebek doğduktan 1.5 ay sonra kızım ilkokul 1’ e başlayacaktı. Hayatının en önemli dönüm noktalarından birinde, evde viyk viyk bir kardeş olacaktı. Onunla gerektiği kadar ilgilenemeyecektik. Sonra kararım aklıma geldi. Demek ki uygun zaman bu zamanmış dedim ve doğurmaya karar verdim.

Hamileyken neler yaşadığımı ve doğum sonrası 8 ayın nasıl geçtiğini bir sonraki yazıma bıraktım...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Şubatın İlk Yazısı



Küçük kızım biraz hasta. Doktor bricanyl verdi. Önce 2 gün hafif ateş, arkasından geniz arkası akıntısına çevirdi. Eller sürekli ağızda. Ama kabarıklık, kızarma yok. İçeriden sürüyor herhalde dişler. Büyük kızımın da aylarca sıkıntısı sürmüş ancak dişler 12.ayda çıkmıştı. Ben keyifsizdim geçen hafta benden geçti kesin. Annem de keyifsiz yazık...Benim rahatsızlığım yüzünden Hülyalara gidemedik. Üzgünüz. Bir dahaki sefere. Arca da hastaymış azıcık. Gitmiş olsaydım kendimden bilecektim bak...

Büyük kızım karne aldı. Hepsi Pekiyi. Klasik 1. sınıf karnesi. Mutluyuz, gururluyuz. Şu anda babaannesinde... Yarım metre kar olan bir yerde...”Bugün hayatımın en mutlu günü” deyip kartopu oynuyormuş. Haklı kuzum. Buralara kar yağmaz ki hiç. Soğuk olur, ayaz olur ancak. Öyle özledim ki, içim daralıyor akşam eve giderken. Ev bomboş gibi. Halbuki ufaklık da az şamatacı değil. Ablası gibi gür sesli olacak maymun. Bir carlıyor bazen kulağımın dibinde, sağır oluyorum kısa süreli.

Ufaklığın geçen ayki doktor kontrolünü yazamamıştım. 500gr almış yine istikrarlı kızım benim. Kilomuz 6790 idi. Çirozum...Muhallebiye devam ettik bu ay. Doktorumuz çorba, yoğurt, meyve başlayabilirsin dediği halde hemen başlamadım. Dolap süt dolu. Anne sütü varken onu alsın dedim. Sütüm de kilo aldırmıyor çocuğa, nasıl iştir anlamadım ama takmıyorum artık (külliyen yalan). Eskisi kadar takmıyorum diyelim hadi. Kiloları ben aldım çocuğum yerine. Ben devanası gibiyim, kızım küçücük anahtarlık gibi. Görenler kesin dalga geçiyordur. Özgüven sorunlarım başgösterdi yine...bu çocuğun da yapısı böyledir belki. Hani bazı insanlar vardır, manyak gibi yer ama incecik kalır. Belki onlardandır. Yoksa sütün kalorisi ile ilgili bir sorun olacağını sanmıyorum. Eskiler derler ya, sütün yaramıyor kızım...var mı ki böyle birşey? Aman alması gerekenin alt sınırını alıyor, buna da şükür...

Bu hafta sonu ilk sebze çorbamızı tattık. Ben salak gibi ilk çorbasına sormadan etmeden yerelması koydum. Tuna’nın Hülyası uyardı da, doktoru aramayı akıl ettim. Meğer alerjen olabilirmiş, daha erkenmiş. Güya tecrübeli anneyim. Çorbayı, Allah nazarlardan saklasın yalana yalana yedi. Sütlü pirinçliyi ittire kaktıra yediriyoruz. Tatlı sevmeyecek, tuzlu sevecek galiba bu kız. Kime çekti bilmem. Ben tatlı delisi biriyimdir. Aman sevmesin ne güzel...

Ayaklar tam gaz çırpılıyor, sanki uçuşa geçecek. Artık her iki tarafa dönebiliyor. Sola, sağa. Yüzükoyundan sırtüstüne de dönüyor ama biraz uğraşıyor. Emekleme hazırlıklarına başladı. Solucan gibi kafa yerde, popo havada sürünerek hedefine ulaşabiliyor. Bir gövdeyi de kaldırmayı öğrense tamam emekleme işi. Elinden sevdiği birşeyi aldığınızda, tam kucağa alacak gibi yapıp almadığınızda yaygarayı basıyor.

Ayakların ikisini de ağzına götürüp cuk cuk emiyor. Acaip hareketli bir çocuk. Ondan et tutmuyor :) (kandırma kendiniiiii)

Sütü soğuk sevmiyor, azıcık soğusun biberona kafa çeviriyor. Ee kızım anne memesi gibi kalibre değil işte biberon ısıtıcı ne yapalım, bulduğunla idare et azıcık. Sütü seven kamyoncu seni...

Ablasına hasta, ama tam anlamıyla hasta. Sürekli sırıtarak onu izliyor. En çok ona kahkahalarla gülüyor. Tam bir abla fanatiği yetişiyor. Abla da mest tabii bu arada.

Büyük kuzumu özledim. 3 gün sonra ufaklık 6 aylık oluyor. İşyerinde günlerim yoğun geçiyor.

2010’un ilk ayını devirdik bile. Mart itibariyle diyetisyene başlıyorum. Bu da böyle biline.