29 Nisan 2010 Perşembe

2 Çocuklu Annenin Tespitlerine Gel

Hülyacım sobelemiş, bu sobe işini sallarsam sonra unutuyorum, içime dert oluyor, hemen yazayım. 2 çocuklu ve de yaşını başını almış biri olarak pek bir ahkam kesesim var fakat büyük kızımla küçük kızımın tipleri hariç, hemen herşeyleri birbirinin zıddı. Bu da tespit yapabilmemi çok zorlaştırıyor aslında.

- Anne sütü konusunda hülyaya katılıyorum. Emmek için uyanan ve uyandığında emzirilen bebeklerin deliksiz uyku olayı bence de zor. Özellikle 6.aydan sonra mıkırdandığında emzirmezsen belki olabilir. Ama ben, zaten sadece uykuda memeyi alıyor diye, her mık mıkında memeyi ağzına tıktığım için, deliksiz uyku yok. Zavallı tracy hogg mezarında ters dönüyordur herhalde...Sen o kadar kitap al oku, sonra ne deniyorsa tersini yap. Ne yapalım, ömrümüzden birkaç ay, hatta 1 sene feda olsun. Valla anne sütü alsın diye gecelerdir zombi gibi geziyorum. Emerek uyutuyorum, geceleri de emziriyorum. Ama bak bu sayede 9.ayı da tamamlattım neredeyse, şükürler olsun. Ben bu kadar uğraşmasam şimdiye anne sütü olayımız bitmişti.
- Özellikle ayaklanan, sıralamaya başlayan bebeklerin gece uykusunda bozulma oluyor. Gündüzki hareketliliğin getirdiği birşey mi, yeni keşiflerin bilinçaltında yarattığı heyecan mıdır bilmem, bu aylarda uzun süren uykusuzluk, gece sık uyanıp anne babayı deli etme durumları oluyor. (9 ve 10. aylar yani, hülyaya burada da katılıyorum)
- Çocukla bıcır bıcır sürekli konuşur, büyük insanmışçasına herşeyi anlatırsan çocuk erken konuşuyor. Büyük kızım 1.5 yaşında 2-3 kelimeli cümleler kuruyordu. (şimdi 7 yaşında, geçen Harward’tan aradılar, kızınız gelsin bizde okusun deyu, hemen süperanne moduna girmişim bakıyorum) şaka bir yana konuşma gelişimi için, sürekli konuşmak şart. Bakıcısı sessiz sakin olan çocukların daha geç konuştuğuna şahit oldum. Bizimki 2 yaşında değildi “şakıy şakıy yaamuy yaaayo” demişti.
- Tuvalet eğitimde, vakti geldiyse yani çocuktan gelen sinyalleri iyi gözlersen sorun 1 haftada halloluyor. 1 haftadan uzun süren eğitimlerde daha zamanın gelmemiş olduğuna inanıyorum.
- Çocuğuna aşırı verici, her dediğini yapan, herşeyin çocuğunun hakkı olduğunu düşünen, yumuşak ebeveynlerin çocuğu şiddete meyilli oluyor, diğer çocuklara vuruyor. (bizim 1 numara yıllarca arkadaşlarından sopa yedi, ezik olacak bu çocuk, sünepe olacak, herkes itip kakacak diye yıllarca dertlendim, şimdi çenesiyle çözüyor işi)
- İkinci çocuktan sonra kilolar daha zor veriliyor. Ayrıca doğum sonrası aynı kiloya insen dahi sırtın bile genişliyor sanki. Daha iri kıyım duruyorsun. Gömleklerin önü kapanmaz oluyor.
- Anne sütü arttıran mucizevi gıda diye birşey yok. Herşey bebeğin ihtiyaçlarına göre ayarlanıyor. Annenin ruhsal durumu da süt için çok etkili. Tatlıya abanırsan süt çok az bir miktar artıyor ama öyle dramatik bir artış değil. Ben diyeyim 10 sen de 20 cc.
- İkinci çocuğu da emzirdikten sonra, göğüsler göbeğe doğru meyil vermeye başlıyor. Estetik şart mı ne?
- Eğer anne bir konuda çocuğun çok üstüne düşüyorsa, o konuda mutlaka kronik bir sorun başgösteriyor. Örnek: yemek problemi. Çocuk annenin bu konudaki zaafını çok çabuk keşfediyor ve kullanıyor.
- İkinci çocuk hafif büyüyüp, sevimli hale geldiğinde, iletişime geçtiğinde,etraftan da ilgi görmeye başladığında, birincilerde kardeş kıskançlığı başlıyor. Kardeşe iyi hazırlanan çocuklarda bu dönem daha az hasarla geçiyor.
- İki çocuk arasında en az 4 yaş varsa kıskançlıkla başetmek daha kolay oluyor.

Aklıma şimdilik bu kadar geldi. Kimseyi mimlemedim. Arzu eden herkes yazsın, biz de okuyalım...

20 Nisan 2010 Salı

SIKILDIM

Öküzlerle aynı ortamda çalışmaktan,
Ortam gerilmesin diye uğraşmaktan,
Hatta çalışmaktan,
SIKILDIM BEN...

Her sabah en tatlı saatlerinde bebeğimi, bakıcısının kucağında, altta iki minicik dişiyle gülümserken bırakıp çıkıyorum evden.
Arabaya binip, dünya kadar yol geliyorum. Her duyanın “neee, her gün o kadar yol mu gidiyorsun çalışmak için diye hayret!!!” naraları attığı kadar uzak bir yerde çalışıyorum.
Ben buralardayken kızım okuldan geliyor. Annem karşılıyor. Ödevlerini yaptırıyor.
Ben akşamın kör vakti evime kavuşabildiğimde, uyku öncesi taş çatlasa 2-3 saatimiz kalıyor. 9 gibi büyük yatıyor, 10 gibi ufaklıkla ben.
Kızımla oyun oynamaya vaktimiz kalmıyor. Zira yemek ye, ufaklığı doyur derken büyüğün yatma vakti geliyor.
Sağolsun yemek için oturttuğumda ağzını açıp, yiyip bitiren bir çocuğum hiç olmadığından, ufaklığa yemek yedirmek zaten bütün vaktimi alıyor. Kuş uçtu, daha dün annemizin, aaa bak burada ne varmış...kalan son enerji kırıntımı da bu seansta harcadıktan sonra, bazen kendimi duşa sürüklemem gerekiyor. Saçlarımı kurutmaya bile üşendiğim için gidip kısacık kestirmeyi düşünüyorum.
Diş fırçala, ufaklığı yıka, giydir, zart zurt, yatma vakti geliyor. Onunla bir ben de devriliyorum.
Eşimle bazen günlerce evde iki çift laf edemiyoruz.
Elime bir kitap alıp okumayalı ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Saçlarımın boyası gelip geçiyor, varoş kadınları gibi dipler iyice çıkıyor, millet uyarıyor da, ancak o zaman vakit ayırabiliyorum.
Uykusuzluktan hiç bahsetmeyeyim. Öğle yemeğinden sonra başım klavyeye düşüyor zor tutuyorum.
Bütün bunlar varken, hiç olmazsa işyerinde sıkılmasam, uğraşmasam, yorulmasam...olmaz mı?
35 yaşıma gelmiş de olsam, söz geçiremediğim bir özelliğim var. Gerilimden hoşlanmıyorum.
Münakaşayı sevmiyorum. Kavgadan kaçıyorum. Karşı taraf çok üstüme gelmedikçe, alttan alıp, ortamı yumuşatıp, espriyle, neşeyle geçiştiriyorum. Ne kadar güzel bir meziyet gibi dursa da, artık beni yorduğunu farkettim. Dahası sonradan içlenmeye başladım. “Bu kadar damarıma basmış, ben yine de salağa yattım, ağzının payını veremedim” der oldum. Şimdilerde işyerinde böyle bir vaka var. Son dönemde her dediğimi k.çndan anlayan, hödük hödük cevaplar veren bir tip var. Bu cevaplara gülüp geçerek, espri yaparak, sesindeki gerilimi görmezden gelerek, büyüklük yaparak savuşturduğumu sanıyordum bugüne kadar. Pozisyon olarak aynı durumda olmadığımız için, abla misali, "canım, sen beni ne kadar gersen de, seninle bir olmam ben, sen kendi edepsizliğinle kal" dercesine espriyle, hatta sevimlilikle geçiştirmeye çalışıyorum. Ama yok anlamıyor. Ben böyle yaptıkça öküzlüğün dozu artıyor. Ben de bayramlık ağzımı açmak istemiyorum. Zira patlarsam fena patlıyorum maalesef bu kadar birikim üstüne. benimki de doğru değil, ilk sivriliğinde ağzının payını versem bu raddelere gelmeyecektik. Hadi yanlış anlamışımdır, hadi öküzlüğüne ver, hadi bak sadece sana değil herkese öyle, hadi boşver diye diye bardak ağzına kadar doldu sanırım.

Bir sürü bedel ödeyip geldiğim bu çalışma ortamında, bir de bu salak şahsiyetle uğraşmayı hiç istemiyorum...
Tüm dünyası işten ibaret olan tipler vardır. Başkaca hayatları yoktur. Sabahın köründe gelip, gecenin yarısı dönerler. Hafta sonları bile işe gelirler. Acırım, dışarıda bekleyen hayat bu kadar sıkıcı demek onlar için diye. Hiçbir sosyal çevreleri yoktur. Bu da onlardan işte. Yakında çocuğu olacak ama belki o zaman bir ışık yanar diye bekliyorum.

16 Nisan 2010 Cuma

NEDEN İKİNCİ ÇOCUK?





Özgür anne sormuş kaç çocuk yapmalı diye...
Benim de zaten iki çocuklu hayat üzerine yazasım vardı iyi denk geldi.
Fotoğrafta vaktinde OİP’in dalga geçtiği gibi şekil yaptım. Parçaları birleştiren çocukların resmini görür...
Şimdi efendim, önce kendi çocukluğumdan başlamam gerek izninle günlük.
Ben tek çocuğum, kardeşsizim. Haliyle bu konuda birşeyler diyebilesim var. Hayatım boyunca hep ama hep kardeş özlemi çektim. Kendimi bildim bileli kardeş istedim.

Küçükken evde oyun arkadaşı olmamasıydı beni üzen. Çoğu arkadaşımın ablası ya da abisi vardı. Ben yalnızdım. Hem sonra geceleri odada yalnız uyumaya korkuyordum. Sırf bu korkum yüzünden, odada bir nefes daha olsun diye, geceleri kanaryamın kafesini getirip kendi odama taşırdım. Annem kızardı tüyleri saçtın her tarafa diye. Ne komik, acıdım kendime buradan bakınca. Kardeş işte bu yüzden önemliydi, hem evde canım sıkılmayacaktı, hem geceleri korkmadan uyuyabilecektim, hem ben de herkes gibi kardeş sahibi olmuş olacaktım. Bu kadar yalındı düşüncelerim. Tam bir çocuğa yaraşır cinsten.
Muhtemelen kızım da geçen sene, benzer sebeplerle kardeş de kardeş diye tutturmuştu.

Annemin bir sağlık sorunu nedeniyle başka kardeşim olmadı. Hiç arkadaşsız kalmadım, çok dostum, arkadaşım oldu. kuzenlerim vardı. Çoğu ile kardeş kadar yakın olsak da kardeş gibi olamadık, olamayız da...Bu benim düşüncem, kardeşi olmayıp da yaşadığı hayattan hep çok memnun olan, eksikliğini ben hissetmedim diyen arkadaşlarım da var.

Büyüdükçe evde bir dert ortağı aradım ben. Özellikle ergenliğin o buhranlı günlerinde, arkadaşlarıma bakıyordum da, hep ablalar-abiler arada bariyer oluyordu. Daha az hasarla atlatıyorlardı bu dönemi. Kardeşi olanlar da en azından anne-babaya karşı, evde zaman zaman tek vücut olabilme avantajına sahiptiler. Bense hep tek başıma geçtim o yollardan. Hiçbir zaman anlaşıldığımı hissetmedim. O yalnızlık duygusu hiç peşimi bırakmadı. Annemle babam yeri geldiğinde nasıl da birlik olup bana karşı durabiliyorlardı. Benimse yanımda kimsem yoktu destek olacak. Birçok arkadaşımın annesi dengeleri sağlardı evde. Benimki ise bunu hiçbir zaman yapamadı. Ortaokuldayken bir arkadaşın anket defterine yazdıklarımı okuduğunda, gelip benimle konuşmak yerine, gidip babama da okutmuştu mesela. Sonra gelsin fırçalar, yasaklar. İşte bunun gibi nedenlerle kendimi hep yalnız hissettim. Ama yanlış anlaşılmasın, hep sevildiğimi hissettirdiler bana. Sevgi eksikliği değildi derdim. Ama daha da çoğunu istiyordum. Bana aldıklarının yarısına, hatta 3’te birine razıydım. Zaten iki öğretmen maaşı ile öyle bollum bollum bir hayatımız olmadı ama bunun bile yarısı kabulümdü.

Evlendikten sonra ne olduysa, annem ve babamın evliliği çatırdamaya başladı. Çok gergin günler geçirdik. Tek çocuk olarak çok arada kaldım, çok yıprandım. İstemeden eşim de dahil oldu olaylara. Paylaşacak başka kimsem yoktu. Ama o da olaylara dahil oldukça, bir süre sonra benim üzüntümden dolayı, onlara kızmaya başlıyordu. Arada çok ince bir çizgi var. Derdimi paylaşayım derken, eşimle ailemin arasını bozmak da vardı. Birkaç sene içinde boşandılar.

Sonrası ayrı bir can sıkıcı periyot zaten. hiç girmiyorum. Yine seneler boyu lanet ettim kardeşsizliğime.

Derken 2008’de babam aniden rahatsızlandı ve hastaneye düştü. 4 ay ömrümden ömür tüketen günler yaşadım. O dönemde onun yanında kardeşleri vardı. Neredeyse son nefesine kadar ablası başucundaydı. Ben akşama kadar çalışıp, sonra hastaneye uğrayıp, ihtiyaçlarını karşılayıp, bitap bir şekilde eve geliyordum. Fiziksel yorgunluktan ziyade, onun gözümün önünde eriyip bitmesini izlemek tüketti beni. Yine yalnızdım. Yine benim hissettiklerimi anlayacak, paylaşacak, benim gibi hissedecek biri yoktu. Yine eşim büyük destekçimdi. Ama kardeş başka, başka olmalı en azından. Yaşamadığım için bilmiyorum kardeş nasıl birşeydir. Ben hep öyle hayal ettim. Birçok arkadaşım, sen böyle çırpınırken, herşeye kayıtsız kalan, hastaneye bile uğramayan bir kardeşinin olmasındansa, olmaması daha iyidir dedi, yaşadıkları örneklerden dem vurarak. Ben öyle olacağını sanmıyorum, olmazdı. Benim diğer yarım gibi olurdu bence...neyse...

O 4 ayın sonunda babamı kaybettik. Ben işte o dönemde kararımı verdim. Kızımın kardeşi olmalı dedim. O günlere kadar, kesinlikle niyetim yoktu bir çocuk daha doğurmaya.
Babam edebiyat öğretmeniydi. Kardeş sözcüğünün, karındaş kelimesinden geldiğini söylemişti bir gün. Karındaş, aynı karnı paylaşan kişiler yani. Kızımın da aynı karnı paylaştığı, onu çok seven, bu dünyada katıksız güven duyabileceği bir kişisi daha olsun dedim. Hem yaşadıklarımı düşündüm. İnşallah onlar böyle şeylerle uğraşmaz ama, olur da kötü bir durumla karşılaşırlarsa, birbirlerine sarılabilsinler dedim...

Kızımı büyütürken, ikinci çocuk fikrine o kadar uzakmışım ki, pusetini, kıyafetlerini, oyuncaklarını, herşeyini dağıtmışım birilerine. Hiçbirşeyini saklamamışım. Oysa bakıyorum, şimdi ikinciyi zinhar düşünmüyorum diyen arkadaşlar bile vermiyorlar böyle pahada ağır şeyleri sağa sola. Demek niyet var kafada bir yerlerde. Oradan anlıyorum.

Babamı kaybettikten sonra hayat elbette yine aynı akışıyla devam etti. 5 ay sonra ise, sürpriz bir şekilde hamile kaldığımı öğrendim. İnanamadım. Başta çok üzüldüm itiraf ediyorum. Aldırmayı bile düşündüm. Bir kere, hamileliğin son dönemleri izmirin nefret sıcaklarına denk gelecekti. Üstelik bebek doğduktan 1.5 ay sonra kızım ilkokul 1’ e başlayacaktı. Hayatının en önemli dönüm noktalarından birinde, evde viyk viyk bir kardeş olacaktı. Onunla gerektiği kadar ilgilenemeyecektik. Sonra kararım aklıma geldi. Demek ki uygun zaman bu zamanmış dedim ve doğurmaya karar verdim.

Hamileyken neler yaşadığımı ve doğum sonrası 8 ayın nasıl geçtiğini bir sonraki yazıma bıraktım...